Maalesef aramanızla eşleşen bir sonuç bulamadık.
Dergi
Sayı: 32

Birey

Muhafazakâr Düşünce Dergisi olarak toplumun dört temel kurumu olan Devlet, Sivil Toplum-Ara Kurumlar, Aile ve Birey’in son konusu olarak bu sayımızda BİREY’i işleyeceğiz. Birey modern zamanlarda sosyal bilimlerin her dalının ve ideolojik eğilimlerin ana konularından birisi olmuştur. Hala sosyal, siyasî, kültürel, psikolojik ve iktisadî teorilerin tamamı konumlarını ya birey temelli ya da birey karşıtlığı noktasında açıklamaktadır. Liberalizm bireyi önceleyen, siyasî ve sosyo-ekonomik sistemi birey-merkezli olarak açıklayan yaklaşımdır. Sosyalist, Marksist, milliyetçi, cumhuriyetçi, feminist, din-temelli yaklaşımlar ise, toplum, grup, sınıf, cemaat, millet gibi unsurları merkeze alan yaklaşımlardır. Bu kolektif anlayışlar bireyi Leviathan’ın bir parçası dışında anlamlandırmazlar. Muhafazakârlık, özellikle de Anglo-Sakson muhafazakârlığı, diğer toplumcu ideolojilerin aksine bireyi ontolojik olarak kabul eder. Bireyin kendini ancak bir toplum içinde gerçekleştirdiği düşünüldüğünde toplumu bağımsız bireylerden oluşmuş bir topluluk olarak gören muhafazakârlar toplumsal yapıları ve bağımsız ara kurumları önemseyen bir yaklaşım sergileyerek savunmasız bireyi Leviathan’a karşı korumak isterler. Bir başka deyişle muhafazakârlık birey ve toplum çatışmasında taraf olmaktan ziyade iki kurum arasında bir denge arayışı içindedirler. Modern düşünce ve felsefe, genel olarak modernite, ilk çıkışı itibariyle bireyi ‘tanrılaştırmış’, aklını kullanarak kendi kaderini eline alabilen, otonom, biricik yani değeri kendiliğinden menkul olarak tanımlamıştır. 18. yüzyılda gelişen cumhuriyetçi yaklaşım, 18. ve 19. yüzyılda kök salan romantik felsefe geleneği, milliyetçi düşünceler, 19. yüzyılın sosyalist ve Marksist yaklaşımları ve en son olarak da din-temelli yeni toplum projelerinin tamamı aslında birer birey ve bireyci yaklaşım eleştirileridir. Diğer bir deyişle, söyledikleri tek tek bireylerin çıkarlarından ziyade kolektif olanın, toplumun çıkarlarının daha evla olduğudur. Birey ancak bir kolektif bütünün parçası olur ise bir değeri vardır. Birey günümüzün hâkim siyasî, hukukî ve ekonomik düzenin temel meşrulaştırıcı öğesidir. Ne var ki, son 200 yıldır yapılan eleştiriler de bu düzenin şekillenmesinde önemli roller oynamışlardır. Hatta bu eleştiriler o kadar etkili olmuştur ki, liberalizm içinden de grup haklarını ve dışlanmışları dikkate alan ve onlara yönelik politikalar geliştirilmesi gerektiğini söyleyen liberal anlayışlar gelişmiştir. Artık ana tartışma birey ile kolektif bütünler olan toplumsal grupların, sınıfın, cemaatin, milletin ne ölçüde bir ilişkisi olması gerektiği noktasında dönmektedir. Bu sayıya muhafazakârlığın birey anlayışını felsefî ve teorik temelde ele alan Shirley Robin Letwin “Muhafazakâr Bireycilik Üstüne” isimli makalesi ile başlamaktayız. Anglo-Sakson muhafazakârlığını esas alan bu makale bilinenin aksine muhafazakârlığın bireyi ve bireyselliği reddetmediğini; aksine kendine has bir birey anlayışının olduğunu savunmaktadır. Reddettiği şey ise salt güç odaklı bir anlayışa dayanan bireyciliktir. Yazara göre, akılcılık bireyselliği güçlendirmek yerine zayıflatmaktadır. Özgürlük ve düzenin zıtlığı anlayışı etrafında bireyselliğin yok edilmesini savunan hem klasik bireycilerin hem de Marksist ve diğer kolektif hareketlerin aksine, yazar, ikisinin ayrılmaz bütünlüğüne, akıl ve vücudun ahengine vurgu yapan insanlık anlayışına dayalı bir muhafazakâr bireyciliği savunmaktadır. Teorik yaklaşımlar bölümünü oluşturan üç makaleden birincisi Yılmaz Çolak’ın “Haklar ve Aidiyet Arasında Birey” adlı çalışmasıdır. Çolak, bireyin gittikçe haklar ve aidiyet temelinde hem siyasî hem de teorik alanda daha fazla tartışma konusu olduğunu belirterek bizlere birey ve bireyliğin doğasını ve sınırlarını açıklamaya çalışmaktadır. Günümüzde bireyin yeniden anlamlandırılma süreci yaşandığını tartışmakta ve bunun doğrudan bir nevi bireyin evrenselleşmesi olan insan haklarının evrenselleşmesi ve ulus-devletlere yönelik aşağıdan yukarı hak ve özgürlük talepleri ile gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Çolak, incelemesi sırasında liberalizmin çıkışı, ona yönelik eleştiriler ve geçirdiği değişimi ele almaktadır. Temel argümanı ise, bireyliğin oluşumunda ve bireyselleşmede, haklar ve aidiyet arasındaki hem birbirini reddeden hem de besleyen karşılıklı ilişkinin belirleyici olduğudur. Melike Akkaraca Köse ise bireyin siyasî iktidar karşısındaki konumu siyaset felsefesi tarihinde ortaya çıkan iki ana yaklaşım olan liberal ve cumhuriyetçi yaklaşımlar çerçevesinde incelemektedir. Makalesinde, Akkaraca Köse, ilk olarak bu iki modelin temellerini oluşturan Locke ve Rousseau’nun kuramlarını ele almakta ve daha sonra ise bu iki yaklaşımı tutarlı bir şekilde bir araya getirme çabalarının ilki ve en önemlisi olana Kant’ın siyasî düşüncelerine değinmektedir. En son olarak ise, liberal-cumhuriyetçi yaklaşımların bir nevi sentezinin arayışında olan günümüz siyaset ve hukuk felsefesinin önemli isimlerinden Habermas’ın siyasal düşüncelerini incelmektedir. Çalışmada, bu sentezin en uygun ifadesinin prosedürel demokrasi anlayışında bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu bölümün son makalesi ise Cennet Uslu’nun Will Kymlicka ve Chandran Kukathas’un farklılık ile ilgili liberal yaklaşımlarını analiz ettiği çalışmasıdır. Liberaller arasında farklılık ile ilgili siyasal teorideki tartışmalar iki farklı teorik yaklaşımı yansıtan Kymlicka ve Kukathas’dan geldiği çalışmada tartışılmaktadır. Bu teorik farklılık, liberal geleneğin klasik/özgürlükçü/politik liberalizm ve modern/eşitlikçi/kapsamlı liberalizm şeklinde ifade edilen iki ayrı ekolü yansıtmaktadır. Uslu, iki düşünürün teorilerini karşılaştırarak şu sonuca ulaşmaktadır: Kymlicka kültürel grupların kolektif haklarını kabul ederken grupların ‘aslî’ veya ‘hakikî’ farklılıklarını göz ardı eder. Kukathas ise,
grupların kolektif haklarını reddederken kültürel farklılıklara karşı radikal bir hoşgörüyü savunur. Ona göre, farklılıkların bireysel özgürlükler temelinde hayat alanı bulduğu özgür bir siyasî toplum teorisi için liberalizmin klasik/liberteryen/politik versiyonuna daha fazla yoğunlaşmak gerekmektedir. Birey üzerine yansımalar bölümünde Ahmet Erkan Koca, hiyerarşik düzenlerin birey üzerine olumsuz etkisini polislerin dünyasından hareketle analiz ediyor. Koca, yasa ve düzen ilişkisini, hiyerarşinin insanın güce erişme ve iktidara ulaşma mücadelesinin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu vurgulayarak
irdeliyor ve polisliğin insanların ne yapmaması gerektiği yerine giderek ne yapılması gerektiğini söyleyen bir hal aldığını vurguluyor. Bu çalışmada, hiyerarşik düzen içerisinde bireysel gelişimin engellenmesi ve insanın düşünsel kapasitesinin körelerek vasatlaşması sonucunda bütün amacı bir üst basamağa çıkıp güce ulaşmak olan, ‘eyyamcı’ ve idare-i maslahatçı, philistini bir karakterin
başa geçtiğini tartışılmaktadır. Bu bölümün diğer makalesinde Seymen Atasoy, otoriter ve tekçi siyasî kültürlere sahip toplumların demokrasiyi ve çoğulculuğu pekiştirmeleri ile bireysel bilinçlerin özgürleşmesi ve kültürel tekamülün sağlanması için empati yeteneğinin yaygınlaştırılması üzerinde durmaktadır. Atasoy, herkesi birey olarak tasavvur eden empati kültürünün yaygınlaşması siyasî
gücü tabana doğru yayan dinamik bir süreç olan ‘demokratikleşme’, bu güç transferinde kaybedenler ile kazananlar arasında ortaya çıkabilecek çatışma potansiyelini ve ciddi toplumsal kutuplaşmaları önlemede çok önemli bir rol oynayabileceğini tartışmaktadır. Bu tartışmasını Türkiye’de demokratikleşmenin yarattığı sancılar noktasında sürdürmektedir. Osmanlı’dan Cumhuriyete birey bölümünde iki makale yer almaktadır. Birincisi, Bayram Ali Soner’in kolektif ve bireysel haklar anlayışının Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl tekâmül ettiğini ele alan çalışmasıdır. Ona göre, gittikçe daha fazla tartışma konusu haline gelen azınlıkların korunmasına yönelik hakların ya doğrudan söz konusu cemaatlerin tüzel kişiliklerine (kolektif) ya da aynı kültürel topluluklara mensup bireylere tanınmıştır. Osmanlı idaresi millet sistemi etrafında kolektif haklar şeklinde formüle edilen hak ve imtiyazları gayrimüslim cemaatlerin dini otoritelerine tanımıştır. Tanzimat ile birlikte siyasal aidiyet üzerinden kurgulanan bir Osmanlı millet yaratma çabası çerçevesinde vatandaşların hakları mefhumu gelişmeye başladı. Soner, bu durumun ulus-devlete geçişle birlikte, geçmişin kolektif hak uygulamaları etkisinde olan Cumhuriyet kurucuları, gayrimüslim azınlıkları öncelikli olarak siyasal aidiyet üzerinden tanımladığını, Lozan Antlaşması’nda ifadesini bulan hakları gayrimüslim Türk vatandaşlarına bireysel düzeyde tanıdığını tartışmaktadır. Cevat Özyurt, Türkiye’de liberalizm açısından hem düşünsel hem de örgütlenme anlamında öncülerden olan Prens Sabahattin’in sosyolojisini ve düşüncelerini ele aldığı çalışmasında onun toplum ve birey görüşünü incelemektedir. Ona göre, resmi sosyoloji anlayışının Sabahattin sosyolojisine yönelik değersizleştirme çabaları, onun düşüncelerinin yüzeysel analizini yıllardır yeniden üretilmesini sağlamıştır. Özyurt, makalesinde, Prens Sabahattin’in sosyal ve politik kimliği, Türk siyasî ve sosyolojik düşünce geleneği içindeki yeri, modern toplum ve birey hakkındaki
tespit ve öngörüleri, toplumsal ve siyasal değişme modeli hakkındaki görüşlerini analiz etmektedir. Bu sayımızın derkenar bölümünün ilk makalesi Erdoğan Çalak’ın “Birey ve Bireyselleşme: Psikolojik Bir Analiz” adlı çalışması. Çalak, öncelikle birey ve bireyselleşmeyi pozitif bir durum olarak değerlendirmekte ve toplumun güçlü bireyler ile daha özgür ve sağlıklı olacağı varsayımına dayanmaktadır. Bu durumu insanların psikolojik gelişimini ele alarak açıklamakta ve bireyin oluşumunu, gelişimini ve bu süreci etkileyen faktörleri irdelemek suretiyle bireyselleşmenin nasıl olduğunu çok güzel bir analiz ile okuyucuya sunmaktadır. Bu bölümün ikinci makalesi ise Mehmet Dikkaya’ya ait. Dikkaya’ya göre, J.S. Mill’in 19. yüzyılda kaleme aldığı “Özgürlük Üstüne” adlı başyapıtını Türkiye’de hakkettiği ilgiyi gördüğünü söylemek pek mümkün görünmemektedir. Bu eserin Türkiye için neyi ifade edebileceği konusunda eserden örnekler vererek açıklamada bulunan Dikkaya, ülkemizde son dönemde özgürlük ve birey üzerine yoğunlaşan tartışmalara yol gösterici bir açılım getirmektedir. Derkenar bölümümüzün son çalışması ise Aile sayımızda teknik aksaklıklardan kendine yer bulamayan Hasan Hikmet’e ait “İctimâiyâtda Garbcılık Ve Bozgunculuk: Asrî Âile” adlı yazısı. Aile üzerine Sebilürreşâd’da yayımlanan dört makalesi Adem Efe tarafından Latin alfabesine çevrilerek okuyucuya sunulmuştur. Bireyi ele aldığımız bu sayıda modern toplumun nüvesini oluşturan bireyin hem kuramsal hem de pratik sınırları ele alınmaya çalışılmaktadır. Siyasal kuram ve uygulamada birey ve bireyselleşmenin ne olduğu özellikle liberal, cumhuriyetçi ve muhafazakâr yaklaşımlar çerçevesinde farklı makalelerde derinlemesine analiz edilmektedir. Tüm bu analizler, bize, bireyin günümüz toplumu, siyasal ve hukukî sistemi için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tabii bu tartışmaların Türkiye’ye yansımaları da belirli ölçüde ele alınmaktadır.
Yılmaz Çolak

Daha Fazla Göster

Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Tübitak-ULAKBİM tarafından dizinlenmektedir.

BİZİ TAKİP EDİN

MOBİL UYGULAMALARIMIZI İNDİRİN

Tanıtım Filmimiz

VİDEOLAR

ETKİNLİKLER

Şehadetinin 100. Yılında Said ...

Türkiye’nin yakın tarihini şekillendiren siyasi ve entelektüel şahsiyetler içerisinde Said Halim Paşa önemli ve özel ...

Detaylar
İman, Duruş ve Diriliş - Sezai...

Şair ve yazar olarak tanımlanan Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 yılında Ergani ilçesi Diyarbakır doğumludur. Babası Yasin Bey olup 1. Dü...

Detaylar
Vefatının 40. Yılında Erol Gün...

Prof. Dr. Erol Güngör, Türk düşünce hayatının yirminci yüzyıldaki en etkili isimlerinden biridir. Bir akademisyen, ...

Detaylar