Maalesef aramanızla eşleşen bir sonuç bulamadık.
Dergi
Sayı: 59

Muhafazakârlık ve İktisat

2020 yılı bütün dünyayı şoke eden ve daha önce görülmedik derecede küresel etkili Kovid-19 pandemisi ile başladı. İstisnasız bütün ülkeleri etkisi altına alan, sanki film dünyasındaki apokaliptik tarzdaki bu olay ekonomileri boydan boya sarstığı gibi hem bireysel hayatı hem de toplumsal hayatı ciddi bir kısıt altına aldı. Bu olay ister istemez her şeyi baştan aşağı etkiledi ve etkilemeye devam etmektedir. Bu sayının temel amacı uzun süreden beri iktidarda olan ve kendisini muhafazakâr olarak addeden AK Parti hükümetinin iktisat politikalarının incelenmesine ışık tutmak ve genel olarak da muhafazakâr iktisadi düşüncenin temellerini tartışmaktır. Buna ilave olarak içinde yaşadığımız kovid-19 pandemisiyle olan mücadele ve işbirliği de ekonomi yönetimlerinin iktisadi sistem açısından önemli bir sınavı olacaktır. Aynı zamanda yer yer pandemiyle mücadele sürecinde bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarının kamusal karar vericilerin tedbirleriyle nasıl çatışma ve etkileşim içinde olduğunu da gözlemlemekteyiz.

Gerçek şu ki 2019 Aralık ayından günümüze yaşanan pandemi olayı, farklı ülkelerin ve uluslararası toplumun pandemi mücadelesi tarihsel olarak çok özgün bir dönemden geçmekte olduğumuzu ve bunun hala devam ettiğini göstermektedir. Siyasal sınırları, ekonomik ve toplumsal farklılıkları tanımayan küresel pandemi felaketi son 40-50 yıldır yaşanan çevresel bozulmalar ve küresel ısınma gibi mücadele edilen global felaketlerin kat ve kat ötesinde dünyanın tek olarak nasıl bir ortak düşmanla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. 

Bütün iktisadi ve siyasal farklılıklara rağmen ‘insan’ biricik bir varlık olarak yaşamını sürdürmek için belli bir takım mal ve hizmetlere ve yaşamsal ortama ihtiyaç duymaktadır. Bunların üretilmesi için ise kaynaklar ve üretim organizasyonu gerekmektedir. Ancak hem tarihsel olarak hem de içinde yaşadığımız çağda bu temel gereksinim için insan toplulukları, farklı devlet ve ülkeler birbirinden farklı iktisadi ve sosyal yapılar ve sistemler tesis etmiş ve bu yapılar ve sistemler yoluyla bireyin ve toplumun ihtiyaçlarını üretmiş ve üretmektedirler. Her iktisadi sistemin belli başlı unsurları ve kurumları vardır. Bütün iktisadi sistemlerin sahip olması gereken temel unsurların başta geleni mülkiyet konusudur. Birbirinden farklı sistemler birbirinden farklı mülkiyet unsurlarına sahiptir. İkinci temel unsur mülkiyet yapısına bağlı olarak gelişen üretim yapısıdır. Üretim yapısı ve işleyişi mülkiyet unsurunun bir yan ürünü olarak ortaya çıkar. Diğer önemli bir unsur ise bölüşüm yöntemidir. Sistemler birbirinden bazen bölüşüm yöntemleri itibariyle farklılık gösterirler. Bunların dışında toplumların sahip olduğu hukuk, piyasa ve siyasal sistemler gibi kurumlar bir bütün olarak ekonomik sistemin temel karakterini de belirler.  

İktisadi sistemler karşılaştırıldığında farklı ekonomik sistemlerin mülkiyet, üretim, bölüşüm ve gelirin yeniden dağıtımı konularına, farklı mekanizmalara dayandığı görülür. Söz gelimi kapitalist sistem özel mülkiyetin ağırlıklı olarak başat olduğu, üretimin ve tüketimin piyasa mekanizmasına dayandığı, kendiliğinden çalıştığına inanılan ve yapıların hukuksal kurumlarla güvence altına alındığı çok özel bir iktisadi sistemdir. Diğer taraftan pratiği ancak 1917 ile 1990 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde yapıldığı düşünülen emir kumanda sistemi yani komünist ekonomik sistem ise mülkiyetin sadece ortak veya kolektif olduğu, üretim ve tüketimin bir üst birim tarafından devlet eliyle yönetildiği ve yapıların bunlara uygun hukuki ve siyasi kurumlarla desteklendiği bir ekonomik sistemdir. Hala günümüzde devam eden ve yer yer çok başarılı bulunan Çin sosyalist kapitalizmi ise Sovyet sistemi ile kapitalist sistemin melez bir modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Son olarak İslami iktisadi sistem ise kamu ve özel mülkiyetin bir arada olduğu, üretim ve tüketimin piyasa güçleri tarafından belirlendiği ve sistemin bir takım hukuksal ve siyasal yapılar dışında formel olarak yeniden dağıtım mekanizması adı verilebilecek bir düzeltme kurumu olan ‘zekat’la sürekli sigortalandığı ilahi bir sistemdir.

Bu sayının konusu da tam bu üç iktisadi sistem paralelinde muhafazakâr iktisadi düşünceyi ele almaktır. Sayımızdaki ilk yazı Halis Çetin tarafından kaleme alanına “Muhafazakâr Düşüncenin Ekonomi-Politiği: ‘Sınırlı’ Mülkün ‘Zorunlu’ Meşruiyetinin ‘Sorumlu’ Mülkiyeti” başlıklı yazıdır. Halis Çetin’in yazısı kapitalist iktisadi sistemi ortaya çıkaran aydınlanma önce ve sonrası düşünce ve fikir iklimi ve bu iklimin ürettiği başta klasik iktisadi düşüncenin temeli olan liberal düşünce olmak üzere Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimlerinin ürünleri olarak ortaya çıkan liberalizm, sosyalizm, anarşizm gibi ideolojilerin ürettiği mülkiyet, meşruiyet ve mülkiyet ilişkisini insan doğası üzerinden daha pratik ve geleneksel ara değerlere bağlı olan muhafazakâr mülkiyet ve toplum düşüncesiyle karşılaştırmaktadır. Halis Çetin’in bu yazısı muhafazakârlığın toprak mülkiyeti ve ara değerlerle olan bağını çok açık bir şekilde ortaya koyarken muhafazakâr düşüncenin siyasal ve iktisadi olaylara karşı temkinli ve tedbirli tutumunun temellerini aydınlanma sonrası ideolojilerle başarılı bir şekilde karşılaştırmaktadır. Örneğin; Burke’e göre ‘toplu mülkiyet başta aile olmak üzere dini ve sivil kurumların ‘sorumluluğu’ ve ‘emaneti’ altında olmalıdır’. Yazarın yer yer açıkladığı mülkiyet teorisi liberal teorideki mutlak materyalist mülkiyet kavramından daha derunî ve uhrevidir. Halis Çetin’in bu yazısı siyasal muhafazakâr literatürden iktisadi düşünceye yapılan başarılı bir göndermedir.

Sayımızın ikinci yazısı Ömer Torlak tarafından kaleme alınan “İktisadi Düşünce Tarihi Yazımında Avrupa Merkezci Mikro Yaklaşıma Alternatif Bir Öneri Ya da Muhafazakârlığı Aşmak” başlıklı çalışmadır. Bu çalışma iktisadi düşünce tarihi kapsamında iki öneri getirmektedir. Bunlardan birincisi iktisadi düşünce tarihi Ortodoks makro iktisadi yaklaşımın hegemonyasından kurtarılmalıdır. Diğer deyişle iktisadi düşünce tarihinin mikro temelli daha doğrusu tüccar girişimci odaklı bir yaklaşımla ele alınması gerektiği fikridir. İkinci önemli öneri ise Avrupa merkezli iktisadi düşünce tarihine bağlanıp kalmaktan kurtularak Osmanlı Devletinde tüccar ve zanaatkâr loncalarının örgütlenme ve iş yapma biçimlerinin ele alınmasıdır. Ömer Torlak analizlerinde okuyucuya bir iktisadi düşünce tarihi panaroması sunmakta ve buna ilave olarak iktisadi düşünce tarihinin ele alınışının mekanik soyut akıldan ziyade girişimci ve tüccarların tarihsel faaliyetlerinin temel alınması gerektiği düşüncesini güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Osmanlı Devletinin iktisadi uygulamalarından örnekler vermekte ve iaşe ilkesini pazar ve piyasa bağlamında açıklamaktadır. Son olarak gümümüzde yaşanan dijitalleşme sürecinin de iktisadi düşüncenin gelişimindeki önemini vurgulamaktadır.

Sayımızın üçüncü makalesi Türkiye’nin tarihi kişiliği olan İttihat Terakki’den Cumhuriyete uzun bir siyasi hayatı ile derin iz bırakmış olan Celal Bayar hakkındadır. Öner Buçukcu tarafından kaleme alınan çalışma Celal Bayar’ın İttihat Terakki Cemiyeti’nde geçen gençlik yıllarından İstiklal Harbine ve oradan da Cumhuriyet döneminin iktisadi ve ticari faaliyetlerinin yer aldığı devletçi iktisat politikaları uygulamalarına uzanan serencamını ele almaktadır. Bu çalışmada Celal Bayar’ın İttihat Terakki Cemiyeti’nden 1950’lere kadar geçen bütün dönem içindeki iktisadi düşüncesini ve uygulamalarını belirleyen milli iktisat düşünesinin nasıl cereyan ettiğini görmekteyiz. Bu makalede Celal Bayar’ın özel mülkiyet temelli ama devletin yol gösterici ve yol açıcı bir rol üstlendiği ve fakat özel sektörün başat olduğu bir iktisat politikası anlayışını savunduğu iddia edilmektedir.

Bir sonraki makale çalışması Mehmet Bulut tarafından kaleme alınan “Medeniyet ve İktisat” makalesidir. Mehmet Bulut ‘medeniyet’ ve ‘iktisat’ kavramları etrafında yer yer belli başlı iktisadi düşünceleri ele almakta ve Batı medeniyetinin içine düştüğü iktisadi determinizm sorununu öne çıkarmaktadır. Yazara göre ekonomik determinizm küresel medeniyetleri tehdit eden çok önemli bir sapmadır. Çalışma kapitalizmin etimolojik hegemonyası hakkında yer yer örnekler vermektedir. Örneğin piyasa kavramının kapitalizme özgü olmadığı Polanyi’ye atıfla birçok toplumun değişim ekonomisini kullandığı ve dolayısıyla ‘piyasa’ kavramının kapitalizmden bağımsız tarihsel bir kavram olduğu ileri sürülmektedir. Yazar ayrıca Osmanlı Devleti’nin iktisadi tarihini karşılaştırmalı olarak ele alarak Batı Kapitalist sisteminden ayırt edici özelliklerini, örneğin mülkiyet çeşitliliğinin önemini, ortaya koymaktadır.

Beşinci çalışma ise Mustafa Said Kurşunoğlu’nun kaleme aldığı “Modern Kapitalizmin Negatif Kökeni, Veba Salgınları ve Küresel Kapitalizmin Korona Pandemisi” adlı makaledir. Bu çalışma 14. yüzyılda yaşanan veba vakalarının ve daha sonra ortaya çıkan düşünce iklimi ve devrimlerin Orta Çağ ekonomik sistemine ve kapitalist sistemin meydana çıkışına olan etkisini ele almaktadır. Buna ilave olarak yazar kapitalizmin neden Batı’da ortaya çıkıp zengin Orta Doğu İslami coğrafyasında meydana çıkmamasının nedenlerini tartışmaktadır. Makale, kapitalizmin zihinsel temelinde Protestan ahlaka dayalı kazanma hırsı, Decartes’ın zihinsel ve düşünsel modern felsefi yapılandırması ile Adam Smith’in beşeri dürtülere ilişkin tezlerinin yer aldığını ileri sürmektedir. Yazara göre Kovid-19 pandemi süreci daha önce hiç rastlanmadık derecede kapitalist sistemi ve iktisadi süreci kesintiye uğratmış ve radikal sonuçları ima edecek derecede sonuçlar beklenmektedir.

Yaşadığımız günler itibariyle çok özel bir dönemden geçmekteyiz. Öyle ki Kovid-19’un etkisinden uzak kalabilen ne bir devlet, ne bir ülke, ne bir birey, ne bir toplum ve ne de bir kurum söz konusudur. Kovid-19 pandemisi çalışma hayatı başta olmak üzere emek piyasasını, sağlık sektörünü ve nesiller arası ilişkileri hem politik hem sosyal hem de ekonomik olarak dönüştürmekte ve derinden etkilemektedir. Dijital transformasyonla beraber bütün sosyo-ekonomik ve siyasal hayat değişip dönüşürken yaşama biçimleri ve iş yapma biçimleri şekil değiştirmekte ve toplum genelinde yeni ‘sosyal sözleşme’ tesis edilmesi tartışmaları yapılmaktadır. Bu krizle savaşmak için hem yerel düzeyde hem de küresel düzeyde, hem ülkeler arasında hem de OECD, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar seviyesinde istisnasız üst düzeyde işbirliği gerekli görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti krizin ilk çıktığı andan itibaren bütün kurumlarıyla proaktif pozisyon almıştır. Hükümet krizle mücadele için sağlık yönetimini hızlı bir şekilde yeniden organize ederken iktisadi ve finansal faaliyetlerin seviyesini korumak için koruyucu ve önleyici tedbirlerle beraber istihdamı ve iktisadi faaliyetleri teşvik eden önlemler de almıştır. 

Kovid-19 dışsal bir kriz olarak ortaya çıkmış olsa da kapitalist ekonomik sistem için son derece güçlü bir sınav olarak ortada durmaktadır. 300 yıllık kapitalist ekonomik sistem tarihinde çok sayıda kriz olmuş ve bu krizler birtakım yeni oluşum ve dönüşümlerle veya yeniden yapılanmalarla atlatılmaya çalışılmıştır. Günümüzde kapitalist sistemin işleyişine bağlı olarak gelişen çevresel sorunlar başta olmak üzere sürekli artan eşitsizlikler, gelir dağılımı sorunları ve derinleşen refah farklılıkları sistemin temel sorunlarındandır. Kapitalist sistem genel krize girdiği zaman, örneğin 2007’de olduğu gibi siyasi otorite ekonomi dışı müdahalelerle krizin şiddeti ve ağırlığına göre sistemi kurtarma ve yeniden tesis etme eğilim ve alışkanlığına sahiptir. Bu nokta itibariyle kapitalist sistem siyasi otorite tarafından sürekli korunan ve elle müdahale edilerek yaşaması sağlanan gizemli bir organizasyon görüntüsü vermektedir. Kapitalist sistemin çalışma sürecini istikrar içinde tutan kurumsal bir mekanizması olmadığı gibi kriz anlarında bu yapılan müdahaleleri meşrulaştıracak inandırıcı bir argüman da yoktur. 2007 krizi akabinde FED ve diğer merkez bankaları batmakta olan büyük kurumsal şirketlerin ve bankaların hisselerini geleneksel olmayan para politikası adı altında dolaylı yoldan satın almış, merkez bankları bilançoları kat ve kat yükselmiş ve dolayısıyla özel sektöre dolaylı olarak likidite sağlanarak kurtarma operasyonunu yerine getirmişlerdir. Bu politikalar hızlı bir şekilde sonuç vermiş ve başta ABD ekonomisi olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri tedrici olarak krizden çıkmışlardır. Oysa bu yapılan teorik olarak serbest piyasa ekonomisinin doğasına aykırıdır. İktisadi krizler tarihine bakıldığında piyasaların kendiliğinden bir düzen olmadığı, krize girildiğinde otomatik olarak iyileşmelerin sağlanmadığı fikri ortaya çıkmaktadır. Buna göre kriz oluştuğunda kamu yararı argümanı temelinde müdahale yapılagelmektedir. Buradaki temel sorun müdahalenin nasıl yapılacağı ve nasıl bir kurgu ile hareket edileceğidir. Bu da siyasi irade ile birlikte iktisat politikası sanatının konusudur.

Kapitalizmin zenginleşme paradoksunu konu alan bir makale çalışması da Ahmet Yavuz Çamlı tarafından kaleme alınmıştır. Çalışma kapitalist iktisadi sistemin bireyi amaç olmaktan çıkarıp araç haline getirmesinin derin krizlere neden olduğunu, bunun birçok yazar tarafından tehlike ima eden farklı kavramlarla ifade edildiğini ileri sürmektedir. Yazar, kapitalist sistemde eşitsizlik olgusunun ve özellikle gelir dağılımı bozukluğunun dramatik bir seviyeye çıktığını ifade etmektedir. Oysa klasik felsefede temel amacın en iyiye ulaşma olduğunu, mutluluğun en iyi ile özdeş olduğunu, erdeme uygun eylemin bunu sağladığını ileri sürerek kapitalist sistemin bireyi mutsuzlaştırdığını ima etmektedir. Esas olanın ise adalet olduğunu ve adaletin bütün erdemleri ve en iyiyi sağladığını ifade etmektedir. Pratik rasyonelliğin ise bunu sağlayabileceğini savunmaktadır. İçsel iyilik ve dışsal iyiliğin birlikte en iyiyi sağladığı ileri sürülmektedir. Adalet ve rasyonelliğin birlikte temel erdemi garanti ettiği ima edilmektedir. 

Dosya konusu içerisinde bu sayımızın son iki makalesinde İslam ve Kapitalizm ilişkisi anlatılmaktadır. Bu çalışmalardan ilki Ömer Faruk Tekdoğan’ın “İslami Para Standardına Dair Yaklaşımlar” adlı çalışması, İslam ekonomisinin faiz ve para konusundaki argümanlarını ortaya koymaktadır. Aynı zamanda “Kapitalist İktisat Sisteminin Dönüşümünün Şafağında İslam İktisadı” adlı çalışmada ise Cem Korkut, kapitalist iktisadi sistemle İslami iktisadi sistemi karşılaştırılmaktadır. İki sistem arasında öne çıkan temel farklılıklar esas itibariyle İslam’da faiz yasağı ve zımmî olarak ifade edilen gelirin yeniden dağıtım mekanizması olan zekât kurumudur. Kapitalist iktisadi sistemin teorik davranışsal temelleri olan bireysel çıkar, maksimizasyon vb. gibi teorik yapıların ötesinde iki sistem arasındaki diğer ikinci fark piyasaya olan bakış açısı ve mülkiyet kurumlarının niteliği ve mahiyetidir. Kapitalizmde mülkiyet esasen mutlak anlamda özel mülkiyet olarak anlaşılırken İslami iktisadi sistemde kamu, özel ve vakıf olmak üzere üç çeşit mülkiyet söz konusudur. Bu mülkiyet çeşitliliği İslam ekonomisinin temel özelliklerinden birisidir. İslami ekonomik sistemin Kur’an’ı Kerim ve hadislerde öngördüğü ‘kayıt’ sistemi, ticari sözleşmeler ve risk paylaşımcı ticari muamele çeşitliliği vesilesiyle üstünlükleri olduğu ima edilmektedir.

Bu sayımızda derkenar bölümünde ise Kemal Tahir’in Devlet Ana adlı kitabı üzerinden bir çalışma ve Viyana’daki Türk göçmenler üzerine niteliksel bir araştırma mevcuttur. Devlet Ana içerikli çalışmada devlet ve ilgili kavramlar ele alınırken Viyana’daki Türk göçmeler üzerine yapılan araştırma Batı’nın ırsî olarak kotlarında taşıdığı İslam karşıtı tutumunu ortaya koymaktadır. 

Muhafazakâr Düşünce Dergisi olarak, Türk akademya ve düşünce dünyasında nispeten ikinci planda kaldığını düşündüğümüz ve fakat içerisinde yaşadığımız sistemi anlama ve anlamlandırma noktasında hayatiyet teşkil eden iktisadi düşünceler ve daha genel anlamda “iktisat” konulu bir sayı yapma gereği duymuştuk. Bu sayıyla da bu eksikliğe dikkat çekmek ve ilgili alana da bir katkı sunmayı amaçladık. Amacımızı ne ölçüde yerine getirdiğimiz okuyucunun takdiri olsa da, biz bu amaca uygun bir sayı hazırlamaya azami gayret gösterdik.

Son olarak belirtmek isteriz ki, Muhafazakâr Düşünce Dergisi uzun soluklu yolculuğuna devam ediyor. Önümüzdeki sayının konusunu ise “Sağ Siyaset” olarak ilan etmiştik ve bu sayıyı da en kısa zamanda yayımlamayı planlıyoruz.

Önümüzdeki sayıda ve yeni sayılarda görüşmek dileğiyle…

Daha Fazla Göster

DERGİ İÇERİĞİ

Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Tübitak-ULAKBİM tarafından dizinlenmektedir.

BİZİ TAKİP EDİN

MOBİL UYGULAMALARIMIZI İNDİRİN

Tanıtım Filmimiz

VİDEOLAR

ETKİNLİKLER

Şehadetinin 100. Yılında Said ...

Türkiye’nin yakın tarihini şekillendiren siyasi ve entelektüel şahsiyetler içerisinde Said Halim Paşa önemli ve özel ...

Detaylar
İman, Duruş ve Diriliş - Sezai...

Şair ve yazar olarak tanımlanan Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 yılında Ergani ilçesi Diyarbakır doğumludur. Babası Yasin Bey olup 1. Dü...

Detaylar
Vefatının 40. Yılında Erol Gün...

Prof. Dr. Erol Güngör, Türk düşünce hayatının yirminci yüzyıldaki en etkili isimlerinden biridir. Bir akademisyen, ...

Detaylar