Maalesef aramanızla eşleşen bir sonuç bulamadık.

Gelenekselcilik

GELENEKSELCİLİK
Edmund Burke
Derleyen: John Kekes
Çeviri: Bilal CANATAN

ÖZET
On sekizinci yüzyılın kökten devrimcileri, insanın ahlakî iyiliğine, bilimin ve aklın gereği olan ilkeleri bilme ve hayata geçirme konusunda insanın entellek-tüel yeterliliği¬ne büyük güven duyuyorlardı. Burke bu güven duygusunu pay-laşmıyordu ve “çıplak ve titrek insan doğasının” sadece köklü bir toplumun yerleşmiş geleneklerinin sağla¬yabileceği türden bir desteğe ve rahatlığa muh-taç olduğunu savunuyordu. Bir siyasî erdem olarak sağduyu hakkındaki dü-şünceleri, toplum ve hükümet, ahlâk ve din hakkındaki görüşleri hep gelene-ğin müdafaasıyla ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: Gelenek, değişim, reform, akıl, devrim, tecrübe, sağduyu

1. GELENEK VE DEĞİŞİM
İnsanların sadece aklı ölçü alarak yaşamalarından ve hareket etmele-rinden endişe duyarız; çünkü biz her insandaki aklın yetersiz olduğunu ve insanların bu küçük akıl yerine, ulusların ve çağların birikiminden ve serma¬yesinden yararlanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Reflections, 1790, III, 346.
Kurulu düzenin veya hükümetin, ne kadar makul olursa olsun, bir teoriye binâen yıkılmasını onaylamaya karşı büyük bir gönülsüzlük his-sediyorum.
Speech on Mr. Fox’s East India Bill, 1783, II, 442.

Bağımsız bir Avam Kamarası tesis etmek için çok uzun bir zaman, basit bir politikanın çok ötesinde ciddi bir gayret ve azim, birçok insa-nın ve mi¬zacın birlikteliği ve öyle her gün vuku bulmayacak türden ha-diselerin kat¬kısı gerekmişti. Yıkılması ise kısa bir zamanda ve sıradan insanlar eliyle ol¬du. Yapmak bir yetenek işidir, yıkmak için ise kaba güç ve çılgınlık yeter.
Preface to Motion Relative to the Speech from the Throne, 1784, II, 540.

(İngiltere’deki) Parlamento teorimizin en güzel yönü, yenilenme, devam¬lılık ve değişim ilkelerini bir araya getiren temel yapısıdır. Bu-nun neticesi olarak, Parlamento, her seçimden sonra ne tamamen eski-dir ne de tamamen yeni. Her zaman için, aramızda atalarımızın gele-neksel ilkelerini ye politika¬sını, parlamentonun hukukunu ve geleneğini kesintiye uğramaksızın sür¬dürmeye yetecek kadar eski üye ve bize ye-ni bir zindelik verecek, gerçek ka¬rakterimize dönmemizi sağlayacak kadar da, halk içinden taze devşirilmiş, yeni üye bulunur. Üyelerinin çoğunluğu genelde eskilerden oluşmakla birlikte, bir bütün olarak par-lamento yeni bir karaktere sahip olur ve istikrar¬sızlık isnadına maruz kalmaksızın değişimi gerçekleştirir.
Notes for Speech, 30.11.1774.
Correspondance, IV, Appendix, 465.

İngiltere insanı iyi bilir ki veraset düşüncesi gelişme ilkesini dışla-maksızın, muhafaza için de değişme için de güvenli bir ilke sunar. Satın alma öz¬gürlüğünü tanıdığı gibi, edinilen mülkü de güvence altına alır. Tabiat kanu¬nuna uyun olarak belirlenen bir anayasal politika ile, mül-kümüzü ve yaşa¬mımızı nasıl kullanıyor ve aktarıyorsak, hükümetimizi ve ayrıcalıklarımızı da öyle elde eder, kullanır ve aktarırız. Siyasî ku-rumlar, maddî imkanlar ve ilahî nimetler bize hep aynı şekilde ve dü-zende verilir ve bizden de sonra¬kilere aktarılır. Bizim siyasî sistemi-miz, hem dünyadaki düzenle hem de par¬çaları değişken olmakla birlik-te kendisi süreklilik arz eden her vücudun var oluş tarzı ile tam bir uyum ve simetri içindedir. İnsanoğlunun büyük sırrına şekil veren ha-rikulade bir Akıl tarafından meydana getirilen bu vücut(Tabiat), bir bütün olarak hiç bir zaman tamamıyla yaşlı, orta yaşlı veya genç olmaz; Tabiat, içinde bozulma, çöküş, yenilenme ve ilerleme olgularını birara-da barındıran değişmez bir süreklilik içinde hareket eder. Böylece, ta-biatın metodu devlet yönetimine uyulandığında, ne yenilik yaptığımız zaman tamamen yeni oluruz ne de muhafaza ettiğimiz zaman tamamen eski oluruz.
Reflections, 1790, III, 274-276.

Fransa’da iktidarı elinde bulunduranların icraatlarını değerlendir-dim. Bu konu hakkında oldukça serbest bir şekilde konuştum. İnsanlı-ğın eski ve sürekli mefhumlarını hor görmeyi ve yeni ilkeler üzerine yeni bir toplum kurmayı ilke edinenler, bir bütün olarak insan ırkının kanaatlerini şahsî kanaatlerden daha çok önemseyenlerin, bu kişileri ve şemalarını ortaya çıkan sonuçlar açısından eleştirmelerini doğal karşı-lamaları gerekir. Bu kişiler, akıllarına önem atfettiği¬mizi, fakat otorite-lerini kesinlikle kabul etmediğimizi bilmelidir. İnsanlık alemi¬nin kabul ettiği, yaygın kanaatlerin hiçbiri onların lehine değildir. Bu kişiler, (yerleşik) düşünceye düşman olduklarını açıkça beyan etmektedirler. Dolayısıy¬la, otoritenin her türünü yerle bir eden kişiler, yargı maka-mından indirdikleri bu kanaatlerden kendileri için bir destek bekle-memelidir.
Bana göre (Fransa’daki) bu Meclis, şartlardan istifade ederek devlet ikti¬darını gasp etmiş adamların biraraya gelmesinden başka bir şey de-ğildir. Bu insanlar, ilk toplandıkları zaman sahip oldukları yetki ve oto-riteye artık sa¬hip değildirler. Başlangıçtaki yetkilerini tamamen aşmış-lar, bütün ilişkileri değiştirmiş ve bozmuşlardır. Fiilerine dayanak ola-rak gösterebilecekleri bir anayasal hüküm de yoktur. Bu kişilerin yetki-si, onları temsilci olarak seçen halkın verdiği talimatlarla sınırlıydı. Ka-rarlarının çoğu da büyük çoğunluk¬lar tarafından alınmamıştır. Yabancı gözlemciler, Meclis’in gerekçelerini ve kararlarını değerlendirirken, Meclis otoritesinin arka planında gizlenen bö¬lünmüşlüğü dikkate ala-caklardır.
Meclis üyeleri, eğer bu yeni ve tecrübî hükümeti, kovulan bir tiran-lığın yerine tesis etmiş olsaydı, insanlar bu değişikliğin olacağını önce-den sezer ve kabullenirdi. Nitekim, başlangıcı cebrî de olsa bir çok hü-kümet zamanla kanunî hale gelir. Siyasî düzenin muhafazasından yana olanlar bile bebeği beşikte de olsa tarayacaklardır (vukû bulan yeniliği er geç kabullenecekler¬dir), yani yerinde bir fırsatçılık üzerine bina edi-len bir hükümet meşruiyetini de ikna edici bir siyasa ile devam ettirebi-lir ve kabul görebilir. Fakat insan¬lar, ne kanunî temeli olan ne de top-lumsal bir ihtiyacı karşılayan; sadece toplum hayatını yaralayan, hatta yıkan hataların ve uygulamaların doğurduğu bir iktidarı tasvip etmek-te isteksiz davranacaklardır. Bu Meclis, bir yıldır iş başında. Kendi ifa-deleriyle bir devrim yapmışlardır. Devrimin, prima frônte, bir mazereti olması gerekir. Devrim, bir ülkenin eski halini tamamen tahrip etmek anlamına gelir; bu kadar şiddetli bir işi meşru gösterecek bir neden olamaz. İnsan muhakemesi, devrimi de devrim sonrasında iktidarın kul¬lanma şeklini de sorgulama ve eleştirme yetkisine sahiptir. Böylesi bir değer¬lendirmede, devrimle oluşan iktidar, yerleşmiş ve kabul edilmiş bir otoriteye duyulan saygıdan daha azını görecektir.
Meclis’in, iktidarı elde etmekte ve güvence altına almakta kullandığı il¬keler, iktidarın kullanılmasında rehberlik eden ilkelerle tezat içinde gözük¬mektedir. Bu farklılığın tespiti, onların gerçek ruhunu da ortaya çıkartacak¬tır. İktidarı ele geçirmek ve güvence altına almak için yaptık-ları her şey, yaygın ve bilinen usullere uygundur. Bu hususta aynı ken-dilerinden önceki hırslı ataları gibi davranıyorlar. Hilelerinde, düzen-lerinde, şiddetlerinde ye¬ni bir şey bulmanız mümkün değildir. Bir avukatın mahkemede yaptığı gibi, öncül örnekleri noktası noktasına takip ediyorlar. Tiranlığın ve suistimalin otantik formüllerinden bir harf bile oynatmıyorlar. Fakat kamu yararı söz konusu olduğunda bu-nun tam tersini yapıyorlar. Konu kamu yararı olunca, her şeyi daha ön-ce hiç tecrübe edilmemiş spekülasyonlara terk edebiliyorlar; en önemli kamusal işleri, kendi özel işlerinin en ufak bölümünde bile kul-lanmayacakları, boş teorilere emanet ediyorlar. Bu ayrımı yapmalarının ne¬deni şu olmalı: İktidarı elde etme ve güvence altına alma isteği ken-dileriyle ilgili, dolayısıyla daha önce açılmış yoldan gidiyorlar; kamu yararı ise doğrudan kendi şahıslarıyla ilgili değil, dolayısıyla bu işleri tamamen şansa bı¬rakıyorlar. “Şansa” diyorum, çünkü şemalarının yarar-lı olacağını gösteren hiç bir örnek yok.
İnsanoğlunun mutluluğu söz konusu olduğunda çekingen ve şüpheli davrandığı için hata yapanları affedebiliriz; hatta saygıyla karşılayabili-riz. Fakat bir deney uğruna gözünü kırpmadan çocuğunu bile kesebile-cek bu beylerde bir baba şefkatinden eser yok. Sınırsız vaatleri ve ön-görüleriyle empirik gerçeği hiçe sayıyorlar. İddialarındaki haddini bil-mezlik, bizi tahrik ediyor ve bu iddiaları temelden sorgulamaya itiyor.
Millet Meclisi’nin popüler liderleri arasında önemli kesimlerden in-sanlar olduğuna eminim. Bunlardan bazıları konuşmalarında ve yazıla-rında büyük bir belagat ve fesahat sergiliyor. Bu, güçlü ve eğitimli ye-teneklerin göster¬gesi. Fakat belagat, aynı oranda akıl olduğu anlamına gelmiyor. Bu arada, yetenekten söz ederken şu ayrımı yapmalıyım: Sis-temlerine destek bulmak için yaptıkları, gerçekten de sıradan insanla-rın düşünebileceği türden değil; fakat sistemin kendisinde bir akıl/sağduyu eseri görmek mümkün değil. Va¬tandaşların refah ve gü-venliğini, devletin kuvvet ve büyüklüğünü sağla¬mayı amaçlayan bir cumhuriyet şeması olarak bu şemada, bir an bile, bıra¬kın anlama ve düzenleme yeteneği olan bir aklın, basit bir sağduyunun dahi eserini göremiyorum. Bu kişilerin işi her zaman için zorluktan kaçmak ol-muştur. Karşı karşıya gelmek ve yenmek, işte her sahada büyük ustala-rı yü¬celten bu olmuştur. Onlar ilk zorluğu aşınca, bunu hemen yeni zor-lukları aşmak için bir araç haline getirirler, böylece bilgileri artar ve başlangıçtaki düşüncelerinin de ulaşamayacağı sınırları aşarak bizatihi insan anlayışını ge¬liştirirler. Zorluk, bizi bizden daha iyi tanıyan ve bizi bizden daha çok seven, Koruyucu ve Kanun Koyucu Babamız’m yüce düzeni tarafından tesis edil¬miş zorlu bir eğiticidir. Pater ipse colendi haud facilem esse viam voluit. (“Yüce Baba, çift yolunun [hayatın] kolay olma-masını murad etti.” Virgil Georgics i.121) Bizimle mücadele eden, bizim sinirlerimizi güçlendirir ve yetenekle¬rimizi sivriltir. Düşmanı-mız/muhalifimiz, bizim yardımcımızdır. Zorlukla yaptığımız bu dosta-ne mücadele, bizi nesnemizi derinlemesine tanımaya yönlendirir; onu tüm boyutlarıyla değerlendirmemizi sağlar. Yüzeysel ol¬mamıza ta-hammül etmez. Dünyanın çeşitli yerlerinde kurulan keyfî iktidarlar, böylesine zorlu bir iş için gerekli anlayıştan mahrumiyetin, basitlik ve kolaycılık düşkünlüğünün eseridir. Fransa’daki son dönemin keyfî mo-narşi¬sini yaratan, budur. Paris’in keyfî cumhuriyet hükümetini yaratan da budur. Bu tür iktidar sahiplerinde, elde ettikleri kuvvetin akılların-daki zaafı telafi edeceği düşünülebilir. Ancak bunun da bir yararı ol-maz. İşe tembellik ilke¬siyle başladıkları için bütün tembellerin ortak kaderini paylaşırlar. Kaçtıkla¬rını sandıkları ama aslında kaçamadıkları güçlükler onları yollarında yine yakalar, üstelik sayıları artmış ve daha da yoğunlaşmış olarak. Kendilerini, içiçe geçen ayrıntılarla, sınırı ve is-tikameti belli olmayan bir işin içinde bu¬lurlar. Sonuç olarak da eserleri zayıf, özürlü ve güvensiz olur.
Fransa’daki keyfî Meclis’i, sözde reform projelerini kökten bir yıkımla baş¬latmaya sevk eden, zorluklarla mücadele yeteneksizliği olmuştur. Yıkmak ve tahrip etmek fiili bir yeteneğin işareti/eseri olabilir mi? Bu-nu bir çete de, Meclis kadar yapabilir. En sathî bir anlayış, en kaba bir el bu işe ehildir. Sağduyunun, basiretin ve ihtiyatın bir asırda inşa etti-ğini, öfke ve cinnet ya¬rım saatte yerle bir edebilir. Eski kurumların ek-sikleri ve kusurları bellidir. Bunu tespit etmek için büyük bir yeteneğe lüzum yoktur. Mutlak iktidara sahip olanların bir tek sözü, hem bu ku-suru hem de şikayet konusu kurumu ortadan kaldırmaya yeter. Ancak, tembelliği seven ve sükûnetten nefret eden mizaç, yıktığı kurumların yerini doldurma çabasındaki politikacıları yön¬lendirmeye devam eder. Her şeyi daha önce göründüğünün tam tersi bir hale getirmek, kökten yıkmak kadar kolaydır. Hiç denenmeyen bir işte hiç bir zor¬luk ortaya çıkmaz. Hiç var olmamış bir sistemin eksikleri eleştiri konusu ol¬maz; dolayısıyla şevkli bir heyecan ve aldatıcı ümitler için, hiç veya çok az muhalefetle karşılaşarak dalabileceği geniş bir hayal âlemi mevcut ve açıktır.
Muhafazakâr reform bambaşka bir iştir. Eski bir kurumun yararlı par-çaları muhafaza edilerek yeniliklerin bünyeye uyum sağlayacak şekilde eklenmesi işinde, sağlam bir akıl, ciddî bir dikkat, çeşitli mukayese ve birleştirme yete¬nekleri ve ihtiyatlı bir anlayışa ihtiyaç duyulur. Bunlar, yeniliğe direnen inatla, çatışan zaaflarla, heyecanını yitirmiş ve elindeki şeylerden soğumuş bir düşüncesizlikle mücadele için kullanılır. Burada bana karşı çıkabilir ve “Bu tür bir değişim çok yavaş olur. Asırların işini bir kaç aya sığdırmakla övünen bir Meclis için uygun değildir. Bu tür bir reform muhtemelen sene¬ler alır” diyebilirsiniz. Böyle olabilir ve ol-malıdır da. Zamanın da bir meto¬dun yardımcıları/unsurları arasında bulunması, o metodun mükemmelliğini gösterir. Bu metotta, değişim yavaş, hatta hissedilmez haldedir. Cansız var¬lıklarla çalışırken bile ih-tiyat ve dikkat, aklın bir gereği olarak değerlen¬dirilirken, yıkım ve ya-pım işinin nesnesinin briket ve kereste değil, his sahibi varlıklar olması halinde ihtiyat ve dikkat, görevin bir parçası haline gelir. Çünkü insan-ların alışkanlıklarının, şartlarının aniden değişmesi halinde, çoğu sefa-lete düşebilir. Fakat, Paris’teki yaygın kanaatin, Yasa Koyucunun hissiz bir kalbe ve şaşmaz bir güvene sahip olması gerektiği şeklinde olduğu anla¬şılıyor. Benim bu yüksek görev hakkındaki düşüncelerim bundan çok farklı. Gerçek Yasa Koyucu hisli bir kalbe sahip olmalıdır; hemcin-sini sevmeli ve saymalı, zarar vermekten çekinmelidir. Nihaî hedefini bir sezgiyle belirle¬mesine müsamaha edilebilir ama buna ulaşmak için de ihtiyatla hareket et¬melidir. Siyasal düzenlemeler, toplumsal amaçları gerçekleştirmeye yönelik olduğuna göre toplumsal mülahazalarla orta-ya çıkmalıdır. Bu süreçte, farklı zihinler ortak bir noktada buluşmalı-dır. Ortak iyiliğin sağlanmasına temel teşkil eden, zihinlerdeki uyum için zamana ihtiyaç vardır. Sabrımız, kuvve¬timizin elde edebileceğin-den daha fazlasını elde edecektir. Paris’te pek mo¬da olmayan “tecrübe” kavramından hareketle, kendi siyasî hayatımda birçok büyük insanla birlikte çalıştığımı, bir çok projenin iş başındakilere göre daha aşağı se-viyede anlayışa sahip kişilerin gözlemleri doğrultusunda de-ğiştirildiğini gördüğümü ifade etmek isterim. Yavaş ve etkili bir ilerle-mede her adımın etkisi ölçülür; birinci adımın iyi veya kötü sonucu ikinci adıma ışık tutar ve böylece ışıktan ışığa, bütün seri güven içinde yürütülür. Siste¬min parçaları birbiriyle çatışmaz. En başarılı planlarda bile potansiyel olarak var olan eksiklikler veya kusurlar, ortaya çıkar çıkmaz giderilir. Bir avantaj, mümkün olduğu müddetçe bir başka avantaj için feda edilmez. Çeşitli un¬surlar uzlaştırılır, dengelenir. Böy-lece insanların zihinlerindeki ve işlerindeki çatışan ilkeler ve çeşitli anormallikler, uyumlu bir bütün içinde biraraya ge¬tirilir. Bu şekilde or-taya çıkan, basitlik içinde bir mükemmellik olmaz; ama daha üstün ni-telikteki, karmaşık bir yapıda mükemmellik doğar. İnsanoğlu¬nun ne-silden nesile geçecek kurumlardaki ve ilkelerdeki menfaati, bu sürece asırları aşan zihinlerin katkısını gerektirir. Bu yüzden, en iyi yasa ko-yucular, belli sayıda temel ve emin hükümet ilkeleri tespit etmekle ye-tinmişler, son¬rasını zamana, bu ilkelerin işlerlik sürecine, bırakmışlar-dır.
Bana göre aklın kriteri, işte böyle, temel bir ilke ve verimli bir enerji ile iş görmektir. Sizin politikacılarınızın kuvvetli bir dehanın alametleri hakkın¬daki düşünceleri zavallı bir yeteneksizliğin göstergesidir. Şid-detleriyle ve tabiata meydan okumalarıyla, bütün maceracılara, proje mucitlerine, simyagerlere ve şarlatanlara kapıyı açmış oldular. İtidalin, onların sözlüğünde yeri yok. Ortak problemleri çözmekte düzen-li/tanıdık metotlara başvurmama¬ları konusunda en kötüsü, bunun sa-dece bir anlayış eksikliği değil, korka¬rım, bir mizaç bozukluğundan kaynaklanıyor olması. Her meslek ve her konu hakkındaki düşüncele-rini kara mizahçıların hitabelerinden ve maska¬ralıklarından almışa ben-zeyen politikacılarınız (Fransa’daki devrimciler), her şeyi eksikleri ve kusurları açısından ele alıyorlar ve bu eksikleri ve ku¬surları alabildiğin-ce abartıyorlar. Bir çelişki gibi görünebilir ama sürekli ola¬rak eksik ve kusur aramakla uğraşan kişiler, reform yapmak için uygun ki¬şiler de-ğildir. Çünkü zihinleri adalet ve iyilik nosyonundan mahrum ol¬makla kalmayıp, alışkanlık icabı olarak, bu konularda kafa yormaktan da hiç zevk almazlar. Kusurlardan nefret ede ede, insanları da sevmez olur-lar. Bu nedenle insanlara hizmet etmeye ehil kişiler olmamaları şaşırtıcı değildir. Si¬zin liderlerinizin bir kısmının her şeyi parçalara bölme iste-ğine yol açan ka¬rışık mizaçları, buradan kaynaklanmaktadır. Bir tür spor taraftarı gibi ön plana çıkan fesahatli yazarların, yeteneklerini ge-liştirmek ve dikkat çekmek amacıyla yazdıkları yazılar, politikacı bey-ler tarafından devletin en önemli iş¬lerini düzenlemekte ölçü olarak kul-lanılır hale gelmiştir. Bay Hume bana Rousseau’nun yazarken uyduğu ilkeleri, bizzat kendisinden dinlediğini söy¬lemişti. Bu eksantrik olmak-la birlikte keskin gözlemciye (Rousseau) göre, hal¬kı etkilemek ve sars-mak için acayip, olağandışı bir şeyler ortaya koymak gere¬kir. Barbar-larda bu işlevi mitoloji görmekteydi. Daha sonra mitolojinin yerine ge-çen devler, sihirbazlar, periler ve roman kahramanları da kendi dö-nemleri¬nin safdilliğini tüketmiş durumdadır. Günümüzde bir yazarın kitleleri etkile¬yecek şekilde garip ve olağandışı haller gösterebileceği tek alan olarak gerçek hayatta, insan tabiatında, siyasette ve ahlakta yeni ve beklenmeyen bir dar¬be/etki yapacak olağandışı durumlar kal-mıştır. İnanıyorum ki, Rousseau ha¬yatta olsaydı, basit birer taklitçiden ibaret olan ve kuşkularında bile gizli bir iman vehmeden öğrencilerinin uygulamadaki aşırılıklarına şaşırıp kalırdı.
Kurallara uygun şekilde de olsa, ciddi işlere soyunan insanlar, yete-nek¬leri konusunda bizi ikna etmelidir. Fakat, belli sorunların gideril-mesiyle ye¬tinmeyerek, anayasa yapmaya girişen devlet mühendisleri-nin olağanüstü güçler göstermeleri gerekir. Hiç bir geçmiş tecrübeye dayanmadan ve önceki modellerden kopya etmeden bu işi yapacakla-rını iddia edenlerin eserlerinde çok farklı bir akıl ifadesi görülmelidir. Bugüne kadar bunun emaresi görül¬müş müdür ?
Bu akıl emaresinin görülmesi beklenen yer, yeni cumhuriyetin ana-yasasıdır. İddialarını burada ispatlayabilirlerdi. Anayasanın esasen çok ayrıntılı olan planı ve gerekçeleri için Meclis’in 29 Eylül 1789 tarihli tu-tanaklarına ve sonraki görüşmelere bakılabilir. Ancak, bildiğim kada-rıyla, sistem ilk baş¬taki şekilde durmaktadır.
Eski kurumlar, etkileri ile değerlendirilir. İnsanlar mutluysa, bütün-leşmişse, zenginse ve güçlüyse geri kalan kısmın nasıl olduğu tahmin edilebilir. Kendisinden iyilik neş’et eden şeyin esasen de iyi olduğuna hükmedilir. Eski kurumlarda, teoriden sapmaları düzeltmek için çeşitli mekanizmalar gelişti¬rilmiştir. Bunlar, değişik ihtiyaçların ve politikala-rın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu kurumlar genel olarak bir teori üzerine inşa edilmemiştir; ak¬sine, teoriler bu kurumlardan hareketle yapılır. Bu kurumlarda, araçlar baş¬langıçtaki şemaya tam uymasa da amaçların en iyi şekilde elde edildiği görülür. Tecrübe ışığında gelişti-rilen araçların başlangıçtaki projede kurgula¬nan araçlardan daha uygun olduğu ortaya çıkmış olabilir. Böylece, ilk ana¬yasa (kuruluş metni) tec-rübe ışığında yeniden şekillendirilir. Bütün bunlar, İngiliz Anayasası üzerinde örneklendirilebilir. En kötü ihtimalle, her tür yanlış veya sapma tespit edilerek giderilmektedir ve gemi yoluna devam etmekte-dir. Bu, eski kurumlara mahsus bir durumdur; fakat tamamen yeni ve teorik bir sistemde, özellikle de projecilerin yeni yapıyı, ne temelinden ne duvarların¬dan, eski bir yapıya uydurma endişesi taşımadığı durum-da, çeşitli unsurlar arasında bir uyumsuzluk ve dengesizlik bulunması kaçınılmazdır.
Reflections, 1790, III, 449-461.

2. REFORMUN İLKELERİ
Burke, otuz yılını Avam Kamarası’nda geçirmiş ve aşağı yukarı tüm bu süre boyunca muhalefette bulunmuştur. Genelde hemen bir sonuç al-ma¬makla birlikte, bir çok defa reform projeleri savunmuştur. Sürekli olarak re¬formun gerekliliğine dikkat çekmiş, ancak reformun hükümet-te ve ulusal yaşamda sürekliliği bozmaması, akıl ve sağduyu ile yürü-tülmesi gerektiğini söylemiştir. Bu nedenle, reform kavramıyla yenilik veya devrim kavramla¬rını birbirinden kesin olarak ayırmıştır.
Size itiraf etmeliyim ki, Bayım, sürekli gündeme gelen devrim ve dev¬rime direniş lafını veya aslında bir son çare olması gereken Anaya-sa’nın günlük ekmek haline getirilmesini (her gün tartışma konusu ol-masını) hiç bir zaman tasvip etmedim. Bu, toplumun alışkanlıklarını hastalıklı hale geti¬rir, özgürlük aşkımızı tahrik ederek zarar verir.
Reflections, 1790, III, 314.

Ben insanları, kötülüklerin en büyüğü olan, reform adı altında sak-lanan kör ve çılgın bir yenilik ruhuna karşı uyarmak istedim. Aslında çok iyi bili¬yordum ki, iktidar kendisini nadiren reforma tabi tutar. Her şey yolunda ol¬duğunda bu böyledir. Fakat ilahî korkunun, yararsız pişmanlıkları önleye¬ceğini ümit ediyordum. En azından, yaklaşan teh-likenin ihtiyata sevk ede¬ceğine inanıyordum. Böyle bir zamanda otori-tenin daha da ağırlaşmayaca¬ğını düşünerek seviniyordum. Bir deprem anı, yeni bir hikayenin başlaması için uygun zaman olamazdı. Bünyeyi zayıflatan etkenleri kaldıran, o en güvenli reformu görebilmeyi umu-yordum. Halka da, sadece tahammül edile¬bilecek cinsten olan ve halkın gayretiyle daha iyi hale gelmesi mümkün ol¬mayan bir duruma taham-mül etme dirayeti diliyordum. Bu, onların Tabiata, ve dilerlerse fazile-te ve onura uygun bir şekilde yaşamalarını sağlamak için gerekli her şeyi içinde barındıran bir şarttı.
Kendilerini belki de hak ettiklerinden daha çok düşünmeme ta-hammül edemeyecek kişilere iyilik dilediğim ve onlardan da yerinde davranışlar bek¬lediğim için pişman değilim. Pişmanlıktan öte, Tan-rı’dan dileğim, bana, şu ya da bu kişi veya sistem için değil, yürürlükte olduğu zamanlarda ba¬balarımızdan bize intikal eden düzeni yaratan, fakat birbirini izleyen otorite ve özgürlük suiistimalleri nedeniyle bizim ellerimizde kaybolma tehlikesi yaşayan o hayatî ilkeyi bul-mak/gerçekleştirmek için yeni kabiliyetler verme¬sidir. Ben, insanoğlu-nun ve insan eseri olan siyasal kurumların canlı organizmalara benzer şekilde, sadece kendi varlıklarını devam ettirmek, zamana ve ömrün uzunluğuna uyum sağlamak amacıyla öylesine ruhsuz, kansız bir şekil-de büyüdükleri ve kemiklendikleri (vücut buldukları) kanaatinde deği-lim. Doğal organizmalar ve siyasal kurumlar arasında bu tür benzetme-ler bazen belli fikirleri desteklemek için kullanılsa da, siyasal kurumla-rın kendi¬sini açıklamakta pratik bir değeri yoktur. Bununla birlikte, bu benzetmeler, tembellikten ve onursuzluktan bıkkınlığa bir tür mazeret bulmak ve ülkemi¬zin ihtiyaçlarının acilen gerektirdiği insanî gayret ek-sikliğini mazur göster¬mek için belli bir felsefe görünümü altında sıkça kullanılmaktadır.
Toplumsal afetlerde, çok defa bir tek kişinin yerinde ve zamanında ser¬gilediği enerji sayesinde uçurumun kenarından dönüldüğünü biliriz. Şu an¬da aramızda öyle birisi yok mu ? Kendi varlığımdan emin oldu-ğum gibi eminim ki, herhangi bir kamusal görevi, makamı, rütbesi ol-mayan bir kişi, evet sadece kendi gücüne, ciddiyet ve azmine ve Tan-rı’nın yardımına güve¬nen bir kişi, kendisi gibi olan bir kaç kişiyi etra-fında toplasa, şu anda varlı¬ğına ihtimal dahi verilmeyen kitleler ortaya çıkacak ve onun etrafında biraraya geleceklerdir.
Eğer bu uğurlu başlangıca şahit olursam, bir kenara itilmiş, kendi halime terk edilmiş, mezara yaklaşmış; ümitlerimi, tesellimi, yardımcı-mı, danışma¬nımı, önderimi yitirmiş halimle, evet bu halimle, ben dahi küllerin altındaki ateşi yeniden tutuşturmak isterim. Artık (yaşım ge-reği) halkın bakışlarına tahammül edemiyorum, kalabalıkların içine çı-kıp ite kaka yolumu bulmak¬tan da acizim. Fakat, yalnızken bile toplum için bir şeyler yapılabilir. Kapalı mekanlarda yapılan planlar senatoya ve orduya çok zararlar vermişti. Çare de problemle aynı kaynaktan ge-lebilir. Ben de halkı eski davada yeni hareketlere yönlendirecek kişile-re desteğimi veririm.
Yenilik düşüncesi, kahramanlığın tek kaynağı olmamalıdır. Bir yeni-lik¬çiye eski asırların şaheserlerini yıkma gücü veren ruhun bir benzeri, neden eski hukukun şerefini kurtarmak ve atalarının eserini korumak için ayağa kalkacak bir Maccabaeus’ta ve ona katılacak arkadaşlarında olmasın? İşler bir defa olağan akışından çıktı mı, yeniden düzeltilmesi için yine olağandışı fiiller gerekir. Cumhuriyetçi ruh, ancak benzeri bir ruhla alt edilebilir. Bu ruhun doğası, cumhuriyetçi ruhla aynı olmalıdır, ama bir başka ilke ile aydınlanmalı ve başka hedeflere yönelmelidir. Ben, yozlaşmaya da kökten re¬formcu düşünceye de karşı duracak bir direnç uyandırmayı isterdim. Bu, zayıf bir direnç olmamalıdır; bilakis her ikisiyle birden mücadele edebilmek için daha da güçlü olmalıdır. Gerçek yozlaşmaya karşı elde edilecek bir za¬fer, sahte reform taleple-rinin de önünü kesmemizi sağlayacaktır. Dileğim, dünyadaki düzensiz-likleri cehennemi güçlerle düzeltmeyi hedefleyen kötü ruhu hortlatmak değildir. Hayır, ben bu kötü ruha tahammül dahi edemem. Ben, beşerî kusurların düzeltilmesi ve insanın girdiği sapkın yoldan kurta¬rılması için cennetten irfan, adalet ve kuvvet indirecek cazibeye sahip kişilere katılmak isterdim. Bireylerin, otoriteye yardım ve otoriteyi kontrol ama¬cıyla, kuvvetlerini biraraya getirmelerini isterdim. Monarşiler, sa-rayın ap¬tallığından ve kalabalığın çılgınlığından, ancak, bir çelişki gibi görünse de, benim cumhuriyetçi olarak nitelendirdiğim bu ruhla kurta-rılabilir. Bu cum¬huriyetçi ruh, yüksek mevkideki kişilerin ülkelerini ve kendilerini zarara uğratmasına müsaade etmez. Cumhuriyetçi ruh, re-formu yıkmadan yapar; büyüğü de zengini de güçlüyü de, tamamını kucaklar. Eski zamanların, si¬yaset kavramına yabancı fakat, din ve fazi-let kavramlarına aşina seçkin kah¬ramanlarını ve vatanseverlerini hare-kete geçiren de, muhtemelen böylesi bir cumhuriyetçi ruhtu. Bu kah-ramanlara yön veren din ve fazilet mefhumları bütün anayasaların üs-tünde yer bulmalı ve kralların, senatoların ya da halk meclislerinin, ka-ba kuvvetin her çeşidini yönetmek için akıl tarafından tayin edilen ah-lakî ilkeleri, onur, otorite ya da özgürlük adına çiğnemesine engel ol-malıdır. Bu değerler (sağduyu, fazilet), söz konusu kurumlara ilave bü-yük gibi görünse de, aslında onların gücüne güç katar. Dışarıdan gelen ağır¬lık, momenti arttırır. Bu, mekanik bilimlerde böyle olduğu gibi, ah-lak saha¬sında da böyledir. Hatta at yarışında da bu böyledir. Büyükle-rin/yöneticilerin dizginleri ahlakî değerler tarafından tutulursa, bu de-ğerler yarışta büyüklere yön verir, istikamet de onur ve güvenlik he-defleri olur. Büyükler sağduyunun ve fazilet duygusunun üstünlüğünü kabul etmelidir.
Aksi halde, kimse uzun vadede büyüklerin hakimiyetini kabullen-meyecektir. Kimsenin değiştiremeyeceği feodal usül budur.
Letter to William Elliot, 1795, V, 123-127.

1796 yılında Burke’e Kraliyet tarafından emekli aylığı bağlanması üzerine Bedford Dükü Lordlar Kamarası’nda ayağa kalkarak Burke’e hedef alan bir konuşma yaptı. Dük’ün sahip olduğu mülk, büyük dede-lerine VIII. Henry tarafından verilmişti. Burke, bu hücuma “Letter to a Noble Lord” başlıklı mektupla cevap verdi. Burke, mektubunda Bed-ford’a karşı bütün siyasal ka¬riyerini anlatmakta, 1780’deki Ekonomik Reform konulu önerilerinden bah¬setmektedir. Bu öneriler, sadece kra-liyet kurumunun örgütlenmesini değil, aynı zamanda Avam Kamara-sı’nın bağımsızlığını tehdit eden kraliyet des¬teklerini de hedef almak-taydı.
Çoğu zaman karıştırılan iki kavram arasında açık bir fark olduğunu bili¬yordum. Bu iki kavram, değişim (devrim) ve reform kavramlarıydı. Birin¬cisi, nesnelerin özünü değiştirir; bir nesnede geçici olarak bulunan bir kötü¬lükle birlikte, o nesnenin özündeki iyi unsuru da kaldırıp atar. Değişim bir yeniliktir; başlangıçta tespit edilen ilkelere bağlı kalıp kal-mayacağı ya da he¬deflenen sonuçlara ulaşıp ulaşamayacağı önceden bi-linemez. Reform ise, nesnenin özünde bir değişiklik anlamına gelmez, sadece şikayet konusu olan belli bir sorunun çaresinin doğrudan uygu-lanmasıdır. Sorun giderildi¬ğinde, her şey yeniden düzene girer, reform orada durur. Eğer başarısız olursa, hiç olmazsa nesnenin özüne doku-nulmamış olur, o eski yerinde bu¬lunmaya devam eder.
Aslında bütün bunları başka yerde de söylediğimi sanıyorum. Bun-ları sa¬tırı satırına tekrarlamak imkansızdır. “Yenilik yapmak, reform yapmak an¬lamına gelmez” atasözü de bu anlamı taşımaktadır. Fransız devrimciler, her şeyden şikayetleniyorlardı. Hiç bir şeyde reform yapmak istemediler, fakat değiştirmedik hiç bir şey de bırakmadılar. Netice gözümüzün önündedir. Burada, uzak geçmişten bahsetmiyoruz, geleceğe ilişkin tahmin de yapmıyoruz. Halihazırda bizi ilgilendiren bir gelişmedir bu. Devrim’in so¬nuçları kamu güvenliğini sarsmakta, özel yaşamı tehdit etmektedir. Yaşlıla¬rın huzurunu kaçırmakta, gençlerin büyümesini engellemekte, seyahat edenlerin yolunu kesmektedir. Şehri bize zehir etmekte, kırda da peşimizden gelmektedir. Bu dehşetli yeni-liğin yol açtığı büyük bela nedeniyle işimiz ke¬silmiş, istirahatimiz bo-zulmuş, mutluluklar üzüntüye dönüşmüştür. Araş¬tırmalarımız zehir olmuş; bilgi, cehaletten daha kötü hale gelmiştir.
Beni o zamanlar bir reform planı hazırlamaya iten neden, yenilik (icat) fikrine duyduğum sevgi değil, bilakis düşmanlıktı. Mantık şema-larına göre doğruluk hesaplarıyla uğraşmaksızın, bu iki kavramı özleri itibariyle birbi¬rinin tam zıddı olarak telakki ettim. Yenilik belasını ön-lemek için, Majestele¬rini de memnun eden reform önerisini hazırladım; majestelerini memnun etmiş olmaktan da üzüntü duymuyorum. (Dük’ün de hatırlamasını istedi¬ğim husus şudur ki) Benim korumam gereken bir devletim vardı, reform yapmam gereken bir devletim var-dı. Memnun etmem gereken bir halk var¬dı, fakat bu halkı yanlış yön-lendirmemem gerekiyordu. Yaptığım iyiliklerin veya önlediğim kötü-lüklerin yarısının bile karşılığını talep etmiyorum. O zaman teklif edil-mesine rağmen, Avam Kamarası’nın veya Lordlar Kamarası’nın yeni-den şekillendirilmesi ve devlet görevlerinde ya da kraliyetin otorite-sinde değişiklik yapılması fikirlerine rağbet etmedim. Kraliyet, lordlar, milletvekilleri, adalet sistemi, idarî sistem hep olduğu gibi korunmak-taydı. Benim tedbirlerim, o zaman Avam Kamarası’nda da ifade etti-ğim gibi, so¬runları gidermeyi hedefleyen uzlaşmacı tedbirlerdi. Gelen tenkidler üzerine projemi her iki Meclis’te de savundum, önerilerimi madde madde açıkladım ve bu hükümlerin neden devletin yararına olacağını anlattım. Projenin har¬camalara yol açacağı şeklindeki şikayet-lere karşı, gelecekte sadece tasarruf yapmanın da plansız bir şekilde rastgele harcamalar yapan bir ekonomik sis¬temin de yürüyemeyeceğini ifade ettim. Konuma hakim olmak için araştır¬malarla ortaya konmuş il-kelere, projemi hazırlamak için metot ilkelerine, iş¬lemi (reformu) ger-çekleştirmek için de insan zihnindeki ve siyasal ilişkiler¬deki ilkelere dayanarak çalıştım. Hiç bir şeyi keyfî olarak yapmadım, başkalarının veya kendimin arzusunu ölçü alarak herhangi bir şey önermedim. Öne-rilerimin temelinde sadece ve sadece akıl vardır. Hayatım boyunca, id-rakimin ilk ışıklarından bugünkü son karanlığıma dek, devlet işlerinde şahsî mülahazaları, fantazileri ve temayülleri hiç önemsemedim. Devlet işlerinde, yasama ve idarenin tüm organlarının üstündeki üstün aklın kurallarına uyulması gerektiğini düşündüm. Zaten hükümetin varlık sebebi, re¬formcularda ve reforma maruz kalanlarda, yönetenlerde ve yönetilenlerde, krallarda, senatolarda veya halkta, iradeye ve kaprise karşı bu üstün aklı temsil etmek ve etkin kılmaktır.
Letter to a Noble Lord, 1796, V, 185-189.

Burke, ön tedbir niteliğinde, ılımlı bir reforma olan inancını Fransız Devrimi’nden çok önce, 1780 yılında Avam Kamarası’nda dile getirmiş-ti.
Aslında İngiltere halkının bu talepleri oldukça ılımlıdır. Halk, yalnızca savaşa başlarken güvendiğimiz vergilerden biraz tasar-ruf edilmesini talep etmektedir. Hükümetin gelir kaynağı olarak sa-dece ekonomiye dayanmasını istememekte, fakat ekonomiye öncelik tanınmasının iyi olacağını düşün¬mektedir.
Eğer vatandaşlarımızın bu pek doğal ve makul istekleri Avam Ka-marası’nın ilgisini çekmiyorsa, ben de tartışmayı ilginizi yoğunlaştırdı-ğınız sa¬haya taşımak isterim. Hükümeti sorumluluklarından soyutlayıp, sadece kendi muhafazasını hedefleyen bir sistem olarak değerlendirir-sek, bir suistimali vakitlice terk etmenin, bir hükümetin doğrudan men-faatine ol¬duğu açıktır.
Sağduyulu bir hükümeti, zayıf ve tedbirsiz bir idareden ayıran bü-tün kri¬terlerin üstünde temel bir kriter varsa, o da “muhafaza edilmesi artık im¬kansız olan, zamanında ve en uygun şekilde bırakmayı bilmek-tir.” Bu kri¬teri öğrenmek ve uygulamak yerine, konumlarının arkasına sığınmak sure¬tiyle hile yapan çokları görülmüştür ve halen de vardır. Bu beyler, reform ta¬leplerine karşı ceza davalarındakine benzer bir sa-vunma yaparlar. Ortadaki durumun, onların eseri olmadığını, onların sadece kötü bir sisteme girmiş bulunduklarını söylerler. Kendilerinden önce gelmiş geçmiş kötü yö¬neticilerin tam bir şeceresini çıkartabilirler. Bir başka ifadeyle, saçmalığın nesilden nesile tevarüs ettiğini ifade et-meye çalışırlar. Asaletlerine söz gelir ve şerefleri lekelenir korkusuyla, yanlışlarını, miraslarını savunurcasına sa¬vunurlar.
Ben, doğru zamanlı bir reform geliştirmekte idareye önemli görev düş¬tüğü kanaatindeyim. Zamanında yapılan bir reform iktidardaki bir arka¬daşla dostane bir anlaşmadır, geç kalmış bir reform ise mağlup edilmiş bir düşmana dayatılan şartlardır. Zamanında yapılan bir re-form soğukkanlı¬lıkla yürütülebilir, geç kalmış bir reform ise bir tür yangın yerinde yürütü¬lür. Böyle zamanlarda hükümet saygınlığını yiti-rir, insanlar suistimallerden başka hiç bir şeyi görmez olurlar. Bir umumhanedeki karmaşa ortamına benzer bir telaşa düşerler. İşe en kı-sa yoldan gitmeye başlarlar, gürültüde sı¬nır tanımazlar, evi yıkarlar, ıs-lah etme düşüncesine her sahada sırt çevirirler.
Benim, hükümetin gerçek menfaati konusundaki düşüncem bu şe-kilde¬dir. Zamanında bir reform hükümetin menfaatine olmakla birlikte, halkın gerçek menfaati de mutedil bir reformdadır. Çünkü böyle bir reform, sürek¬lilik arz eder, bir gelişme/ilerleme ilkesi içerir. İlerlemeler kaydettikçe, yeni ilerlemeler için de zemin hazırlanır. Bu arada, ken-dimize şöyle bir bakmamız, yaptıklarımızın etkilerini değerlendirme-miz uygun olur. Ancak bu şe¬kilde yolumuza güvenle devam edebiliriz. Oysa, temiz iş yapmak diye de ta¬bir edilen hızlı reformlar genellikle öy-lesine kuru, hazmedilmemiş ve kaba¬dır, öylesine adaletsizlikler ve ihti-yatsızlıklar içermektedir, insan doğasına ve kurumlarına öylesine ters-tir ki bu tür reformların en ateşli destekçileri, ortaya çıkarttıkları eser-den en önce sıkılanlar arasında yer alırlar. Bu arada, başlangıçta şika-yet sebebi olan durum, reformla yapılan düzeltmeye yeni¬den bir dü-zeltme teşkil etmek üzere tekrar tesis edilir. Suistimaller, refor¬mun tüm kredisini ve popülaritesini bitirir. Reformcuların, dürüst kişiler ol-duklarına ve bu işte bir menfaat ilişkisi olmadığına dair taahhütlerine gölge düşer, bu kişilerin tecrübesizliğine hükmedilir. Düzensizlik böy-lece tedavi edilemez bir hal alır. Bunun nedeni de aslında düzensizlik nedenlerinin ger¬çekten çok vahim olması değil, çözümlerin yersiz ve şiddetli olmasıdır. Bu nedenle, benim reform hakkındaki başlıca dü-şüncem, tedricî olarak hareket edilmesi şeklindedir: Bazı sonuçlar he-men elde edilir, bazı sonuçlar daha geniş bir zamana yayılabilir.
Bana göre, halkımız önümüze bazı talepler getirdiğinde, bizim gö-revimiz halkı takip etmektir. Liberal kanat, temel ilkesine uygun ola-rak, halkın bek¬lentilerine karşı, sanki Meclis ve halk bir davanın karşı taraflarıymışcasına, hasmane bir tavır sergileyebilir. Ancak, bizim gö-revimiz halkın ne isteyece¬ğini belirlemek değil, halkın, beklentilerine uygun hareket etmektir. Vatan¬daşlarımız bize güven göstererek bizi buraya göndermişlerdir. Bizim göre¬vimiz, saf bir şekilde ve bütün kal-bimizle, -bir köle korkusuyla değil, evlat sevgisiyle-, onların önünde yürümektir. Kendi hesabıma konuşacak olur¬sam, ben bu proje üzerinde çalışırken, halkımın düşüncelerine uygun hareket etmekten onur duy-duğumu ifade etmekten kendimi alamıyorum. Ger¬çek şu ki, ben bu dü-şünceye, kendi fikirlerim aracılığıyla halkın çıkarlarını gerçekleştirme çabam sırasında ulaştım. Düşüncelerimin vatandaşlarımızın düşüncele-riyle bu denli örtüştüğünü görmek beni fazlasıyla mutlu etmiştir.
Bu nedenle, zamanında ve makul bir reform planı hazırlamak sure-tiyle, hükümetle halk arasında dürüst bir aracılık yaptığımı düşünmek-ten mut¬luluk duyuyorum. Burada kastettiğim plan, esaslı, sistematik; yozlaşma ve israf gibi konularla tüm etki alanlarında uğraşmak yerine, bunların temel nedenlerini ortadan kaldıracak bir plandır.
Speech on the Plan for Economical Reform, 1780, II, 278-282.

Bir reform planında benim temel ilkelerimden biri de şu olurdu: Faydalı amaçlara hizmet edebileceği düşünülen ancak bu hedeften bü-yük ölçüde sapma ihtimali de bulunan bir kurum söz konusu olduğun-da, suistimale müsait yetkileri sınırlandırmak gerekir. Çünkü benzeri durumlarda, her za¬man için liyâkat sınırlı bir şekilde ödüllendirilirken, taraf tutma veya rüşvet ilişkilerinin ortaya çıkma ihtimalinin sınırsız olduğunu biliyorum.
Speech on the Plan for Economical Reform, 1780, II, 328.

Bir hükümet şekli diğerinden daha iyi olabilir. Bu fark, bir münaza-ra ko¬nusu olabilir. En azından ben böyle düşünüyorum. Bu düşüncem, her birisi derin insan aklının eseri olan hükümet şekillerini (burada, ba-zı kişilerin dü¬şündüğünün aksine, insan haklarını bir beşerî akıl eseri olarak görmediğimi belirtmek isterim) küçümsemek veya birini birine üstün tutmak anlamına gelmiyor.
Gerçekten kusurlu ve yozlaşmış bir hükümet, eğer reforma konu olamıyorsa (ki bazen böyle olabilir), değiştirilmelidir, hatta gerekirse kuvvet kullanarak. Fakat, mesele hükümet organizasyonunun mükem-melleştirilmesi ise, kullanılabilecek araçlar konusunda o kadar esnek olunamaz (bu amaç bir hükümet değişikliğini meşru kılmaz). Eşyanın temel yapısı dikkate alındığında, tüm beşerî müesseselerin bünyesinde zaaflar olduğunu görü¬rüz. Dolayısıyla siyasal mekanizmaları mükem-melleştirme gayreti de her zaman için bünyesinde çeşitli zaaflar barın-dıracaktır. Mükemmel olduğunu düşündüğümüz bir mekanizmada, arıza veren, temel ilkelere aykırılık gös¬teren veya denetleyici, sınırlayı-cı, itidale sevk edici kimi unsurlar teorik bir mükemmeliyetin doğura-bileceği kötü sonuçlara karşı bir düzel¬tici/dengeleyici rolü oynar. Bu-nun çoğunlukla böyle olduğuna eminim ve bu konuda çok sayıda örnek verilebilir.
Letter to Mons. Dupont, October, 1789 Correspondance, III, 117.

Bu ülkede halkın genel isteklerine karşı çıkabilecek güçte bir iktidar bu¬lunması çok korkunç bir şey olur. Böyle bir iktidar, bir sonraki aşa-mada, üzerinde kuvvetini icra edeceği bir nesne arayışına girecektir. Bu, ancak düş¬manlarının akıl edebileceği ve halk için yıkıcı etkiler do-ğurabilecek bir nesne olabilir.
Letter to Jos. Harford, 4. 4. 1780.
Correspondance, II, 340.
Büyük devrimlerde ve Fransa’nın bir zamandır yaşadığı türden kri-tik dönemlerde büyük hatalar yapılması kaçınılmazdır. İnsanlarda or-tak olarak bulunan ve kaçınılmaz olan zayıflığa karşı liberal bir müsa-maha gösterme¬yen kişi, insanı pek az tanıyor, onu pek az önemsiyor demektir.
Letter to the Chevalier de Grave, 24. 8. 1792.
Correspondance, III, 512.

Bu işi tek başına ve tek bir konu için ele almakta bir başka avantaj vardır: İşi tedricî olarak (derece derece) yürütme imkanı. Hepimiz, de-ğişim kanu¬nuna boyun eğmek durumundayız. Değişim kanunu, Tabia-tın en güçlü ka¬nunudur, belki de Tabiatın varlığını devam ettirmesinin aracıdır. Bu yasa içinde bizim yapabileceğimiz, insan aklının yapabile-ceği tek şey, değişimin hissedilmeyecek şekilde, derece derece gerçek-leşmesini sağlamak olabilir. Bu şekilde, değişimden(change) beklenen yararlar, dönüşümün(mutation) sakıncaları yaşanmaksızın elde edilebi-lir. Bu, bir yandan eski çıkarların bir anda kaldırılmasını engeller ki, aksi halde, tüm etkisini ve saygınlığını bir anda yitirenlerde büyük bir memnuniyetsizlik belirecektir. Diğer yandan, bu tedricî değişim, uzun zamandır baskı altında yaşamış olan yeni iktidar sa¬hiplerini bir tür ik-tidar sarhoşluğundan korur ve ölçüsüz tasarruflarda bu¬lunmalarını en-geller. Değişimin tedricî ve dikkatli bir şekilde olmasını dile¬mekle bir-likte, benim tercihim ilk adımlarda sınırlamadan ziyade, geniş¬letme yönündedir.
Letter to Sir Hercules Langrishe, 1792, IV, 301.

Devleti yönetenlere bir yardım eli uzatmaya belki imkanım olmaya-bilir. Fakat onları tehlikeli ve sonucu şüpheli bir yarışa teşvik edecek gürültücü bir kalabalığın bir ferdi olmaktan da utanç duyarım. Bilinçli bir insan, oyu¬nun kuralları hakkında hiç bir bilgisi olmaksızın böyle bir oyuna, hem de bu kadar derinlemesine giriştiği için hesaba çekilmekten endişe duyar. Küstah bir hırs tarafından yönlendiriliyor olmak, mağrur bir cehalet için mazeret teşkil etmez. Kendisini haksızlıktan ve zulüm-den korumaya çalışan en kü¬çük bir varlık bile Tanrı’nın ve insanların gözünde saygıya değer bir varlık¬tır. Fakat, siyasî ya da askerî bir kabi-liyeti ve iktidarın şartları hakkında en ufak bir bilgisi dahi olmadığı halde, üstelik kibirli ve küstah bir tavırla, ken¬disinin yapmayacağı bir mücadelenin çığırtkanlığına soyunan, hiç bir zaman kullanamayacağı bir iktidarın peşine düşen, bayağı ve perişan bir şekilde kendisi olarak yaşamaktan mutlu olan ve öteki insanları da kendi ayarına düşürmek isteyen bir kişiden daha iğrenç ve haddini bilmez bir varlık ta¬savvur edemiyorum.
Letter to the Sheriffs of Bristol, 1777, II, 206.

ABSTRACT
TRADITIONALISM
The root-and-branch revolutionists of the eighteenth century expressed great confidence in the moral goodness of men in general, and in their intellectual competence to select measures dictated by science and rea-son. Burke did not share this confidence and insisted that our “naked and shivering human nature” needs such comforts and supports as can be provided by the established tradi¬tions of an old society. His ideas on prudence as a political virtue, on the nature of society and govern-ment, on the importance of manners and religion, are all interrelated with his defense of tradition.

Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Tübitak-ULAKBİM tarafından dizinlenmektedir.

BİZİ TAKİP EDİN

MOBİL UYGULAMALARIMIZI İNDİRİN

Tanıtım Filmimiz

VİDEOLAR