Maalesef aramanızla eşleşen bir sonuç bulamadık.

Muhafazakâr Olmak Üzerine

MUHAFAZAKÂR OLMAK ÜZERİNE*
Michael Oakeshott

Çeviri: İsmail Seyrek**
Muhafazakâr olarak bilinen tavırdan genel açıklayıcı prensiplerin çı¬karılmasının imkânsız olduğu (veya eğer imkânsız değilse, o zaman bu¬na kalkışmanın faydalı olmayacak şekilde ümitsizliği) yönündeki genel inanç, benim paylaştığım bir inanç değildir. Genel düşünce üslûbu için¬de muhafazakâr davranışın isteyerek açıklama uyandırmaması ve sonuç olarak bu türden açıklamayı üstlenmekte açık bir gönülsüzlüğün varlığı doğru olabilir; fakat yapmaya değer bu türden yorumlar için mu¬hafazakâr davranışın herhangi bir başkasından daha az seçilmeye layık olduğu varsayılamaz. Bununla beraber, burada meşgul olmaya niyetlen¬diğim iş bu değildir. Benim mevzuum bir itikat veya bir doktrin değil, bir mizaçtır. Muhafazakâr olmak belli biçimlerde düşünme ve davranma eğiliminde olmaktır; belli tür davranışları ve beşerî durumların şartlarını diğerlerine tercih etmektir; belli tür seçimleri yapmaya eğilim göster¬mektir. Burada benim yapmak istediğim, bu mizacı genel prensiplerin konusu haline getirmekten çok, çağdaş karakterinde görüldüğü gibi yo¬rumlamaktır.

Çoğu zaman yanlış anlaşılmış olmasına rağmen, bu mizacın genel niteliklerini ayırt etmek zor değildir. Bu nitelikler başka bir şeyi arzula¬mak veya aramaktan çok, mevcut olandan yararlanma ve kullanma; geçmişte olandan veya olması mümkün olandan ziyade mevcut olandan zevk alma eğilimine odaklanır. Tefekkür, sonuç olarak geçmişten bir mi¬ras ya da bir hediyenin kabulü olan mevcut için uygun bir minnettarlığı ortaya çıkarabilir; fakat geçip gitmiş olanın saf bir putlaştırılması yoktur. İtibar edilen şimdiki zamandır; ne uzak antikiteyle bağlantıları sebebiyle ne de herhangi bir olası alternatiften daha fazla takdire şayan olarak ta¬nındığı için, aksine onun aşinalığı yüzünden itibar edilmektedir: ‘Verveile doch, do bist so schon””(Elbette duracaksın (oturup kalacaksın) sen zaten oldum olası öylesin.” (Ç.N.))değil, fakat Benimle kal çünkü ben sana bağlandım.

Eğer şimdiki zaman, kullanılacak veya hoşlanılacak çok az şey veren veya hiçbir şey vermeyen kıraç bir şey ise, o zaman bu eğilim zayıf ola¬cak veya tamamen yok olacaktır; eğer şimdiki zaman dikkat çekici bir şekilde düzensiz ise, bu eğilim kendisini, daha sağlam basacağı bir yer için ve sonuç olarak bir yardım ihtiyacı içinde geçmişin bir açıklamasına yönelik bir arayışta gösterir; fakat hoşlanılacak çok şey olduğunda bu eğilim tipik olarak kendini ortaya koyar ve bu net kayıp riski ile birleşti¬ğinde en güçlü olacaktır. Kısacası bu, zevk fırsatları bakımından bir de¬rece zengin, fakat kayıplara kaygısız kalmaya tahammül açısından o ka¬dar da zengin olmayan; göz kulak olmayı öğrendiği bazı şeyleri kaybet¬menin şiddetle farkında olan bir adama uygun bir mizaçtır. Bu eğilim, yaşlılarda, onların kayıplara karşı daha hassas olmalarından değil, ak¬sine dünyalarının kaynaklarının bütünüyle daha fazla farkında olmaları ve bu yüzden de bunları daha az olasılıkla yetersiz bulma eğiliminde olmalarından dolayı gençlerden daha doğal görülecektir. Bazı insanlar¬da, sadece dünyalarının onlara ne sunması gerektiğini göz ardı ettikleri için bu mizaç zayıftır: Şimdiki zaman onlara sadece uygunsuz şeylerin bir yeri olarak görülür.
O zaman muhafazakâr olmak, aşina olunanı bilinmeyene, denenmişi denenmemişe, gerçeği gizeme, fiilî olanı olası olana, sınırlıyı sınırlan¬mamışa, yakını uzağa, kâfiyi çok bol olana, elverişliyi mükemmele ve şu anki gülüşü hayalî neşeye tercih etmektir. Aşina olunan ilişki ve sada¬katler, daha kârlı bağlılıkların cazibesine tercih edilecektir; kazanmak ve genişlemek; tutmak, yetiştirmek ve zevk almaktan daha az önemli olacaktır; kaybın kederi, yeniliğin veya vaat edilenin heyecanından daha şiddetli olacaktır. Muhafazakâr olmak kendi şansına dayanmak, kendi araçlarının seviyesinde yaşamak ve kendisine ve kendi şartlarına benzer daha büyük tekâmül isteği ile tatmin olmaktır. Bazı insanlar için bizzat bunun kendisi bir seçimdir; diğerleri için ise sıklıkla veya nadiren ter¬cihlerinde ve kaçınmalarında görülen bir eğilimdir; bizzat seçilen veya özellikle geliştirilen bir şey değildir.

Şu halde, bütün bunlar değişime ve yeniliğe karşı belli bir tutum için¬de açığa çıkar; değişme, katlanmak zorunda olduğumuz başkalaşmaya, yenilik ise dizayn ve tatbik ettiklerimize işaret etmektedir.
Değişmeler, kendimizi uygun hale getirmek zorunda olduğumuz şartlardır; muhafazakâr olma mizacı ise hem böyle yapmadaki zorluğu¬muzun simgesi hem de böyle yapmak için yaptığımız denemelerdeki ni¬haî yerimizdir. Değişmenin sadece, bir şeye dikkat etmeyen, sahip ol¬dukları şeylere kayıtsız olan ve şartlarına duyarsız olanlar üzerinde et¬kisi olmaz ve değişmeler sadece, hiçbir şeye itibar etmeyen, bağlılığı ge¬çici olan ve aşk ve sevgiye yabancı olanlar tarafından ayırt edilmeksizin hoş karşılanabilir. Muhafazakâr mizaç, bu şartların hiçbirisini teşvik et¬mez: Mevcut ve elde edilebilir olandan zevk alma eğilimi kaygısızlık ve hissizliğin tersidir; bu eğilim bağlılık ve muhabbeti doğurur. Sonuçta bu, ilkin her zaman yoksunluk olarak görülen değişmeden kaçınmadır. Bir koruluğu silip süpüren ve gözde bir manzarayı dönüştüren bir fırtına, arkadaşlarının ölümü, arkadaşlığın durması, davranış geleneklerinin kalkması, tutulan bir palyaçonun emekli olması, zorla sınır dışı etme, şansın tersine dönmesi, zevk alman yeteneklerin kaybı ve diğerleri tara¬fından değiştirilmesi- bunlar muhafazakâr tabiatlı olan insanın kaçınıl¬maz olarak müteessif olduğu, belki de hiçbirisinin tazmin edilemediği değişmelerdir. Fakat insanın ne bu değişmelerin içinde kaybettiği şeyin gelişme yapamamış veya yapmamış herhangi bir alternatifinden aslında daha iyi olduğu ne de onun yerini alan şeyden ırsî olarak zevk alınama¬dığından değil, aksine kaybettiği şeyin onun aslında zevk almayı öğren¬diği ve onun yerini alan şeye hiç ilgi duymadığı bir şey olduğu için ken¬disini onlarla uzlaştırma zorluğu vardır. Sonuç olarak, küçük ve yavaş değişmeleri büyük ve ani olanlardan daha toleranslı bulacaktır ve sürek¬liliğin her görünüşüne yüksek değer verecektir. Bazı değişmeler gerçek¬ten hiç zorluk yaratmayacaktır; fakat yine bu onların açık bir gelişme ol¬duklarından değil, aksine sadece kolayca asimile edilmeleri yüzünden¬dir: Mevsimlerin değişmesi onların tekrarı aracılığı ile ve çocukların bü¬yütülmesi bunun devamlılığı ile olmaktadır. Ve genel olarak, kendi içinde sonu görülmeyen yıkımdan çok, bekleyişlere saldırmayan değiş¬melere kendini daha bir istekle uygun hale getirecektir.

Bundan başka, muhafazakâr olmak sadece değişimden (ki bir huy olabilir) kaçınma değil, bütün insanlara empoze edilen bir faaliyet, hatta kendimizi değişimlere uygun hale getirmenin bir biçimidir. Çünkü deği¬şim kimliğe bir tehdittir ve her değişim yok oluşun bir göstergesidir. Fa¬kat bir adamın (veya bir toplumun) kimliği her biri durumun insafına kalmış ve aşinalığı oranında önemli olan olumsallıkların kesintisiz bir piyesinden başka bir şey değildir. Kimlik, içinde emekli olacağımız bir kale değildir ve değişmenin düşman güçlerine karşı onu (yani kendi¬mizi) yegâne koruma araçlarımız tecrübemizin açık alanının içindedir; zaman içinde en iyi şekilde yerleşen ayak üzerine ağırlığımızı vererek; doğrudan doğruya tehdit edilmeyen her tür aşinalığa tutunup ve böyle¬ce bize yabancılaşmadan yeni olanı özümseyerek. Masailer, eski ülke¬lerinden şu an Kenya’daki Masai arazisine götürüldüklerinde tepelerin, ovaların ve nehirlerin isimlerini yanlarında götürdüler ve onları yeni ül¬kenin tepelerine, ovalarına ve nehirlerine verdiler. Bu, önemli bir deği¬şime katlanmaya zorlanan her insan ve halkın yok olmanın utancından kaçınmasını sağlayan bir muhafazakârlık manevrasıdır.

Öyleyse değişimlerden acı çekilmelidir ve muhafazakâr tabiatlı bir adam (yani kimliğini güçlü bir şekilde koruma eğiliminde olan kimse) onlara kayıtsız olamaz. Esasen onları verdikleri rahatsızlıkla yargılar ve herkes gibi kaynaklarını onları karşılamak için düzenler. Diğer taraftan yenilik fikri bir gelişmedir. Buna rağmen bu tabiattaki bir adam kendisi bizzat ateşli bir yenilikçi olmayacaktır. İlk olarak büyük değişimler gün¬demde olmadığında hiçbir şeyin olmadığını düşünme eğiliminde değil¬dir ve bu nedenle yenilik yokluğundan kaygılanmaz. Ayrıca, gerçekten bütün yeniliklerin ilerleme olmadığının farkındadır ve ilerlemesiz yeni¬lik yapmanın ya plânlanmış ya da kasıtsız bir delilik olduğunu düşüne¬cektir. Bunun dışında, bir yenilik kendini ikna edici bir yenilik olarak yo¬rumladığında bile kabul etmeden önce onun iddialarına iki kez bakacak¬tır. Onun görüş açısına göre her ilerleme değişme içerdiği için, oluş¬turulan bozulma her zaman beklenen faydanın karşısında bulunacaktır. Fakat bu konuda kendisini tatmin ettiğinde, dikkate alınması gereken diğer noktalar olacaktır. Nihaî sonucu tahmin etmeyi son derece güçleş¬tirecek şekilde kazanç ve kaybın (hatta aşinalığın kaybını dışlayarak) birbirine sıkıca karıştığı her zaman yenilik belirsiz bir girişimdir: Şarta bağlı olmayan ilerleme diye bir şey yoktur. Çünkü yenilik yapmak, sa¬dece istenen ilerlemeyi değil, fakat bunun bileşenlerinden sadece birisi olduğu yeni ve karmaşık bir durum yaratan bir faaliyettir. Toplam değişim plânlanan değişimden her zaman daha kapsamlıdır ve gerekli olanın tamamı ne tahmin edilebilir ne de sınırlandırılabilir. Böylece, her ne za¬man yenilik varsa değişmenin niyetlenilmiş olandan daha büyük olacağı, kazançla birlikte kayıp olacağı, ve kazanç ve kaybın etkilenen insanlar arasında eşit dağılmayacağı konusunda kesinlik vardır. Sağlanan fayda¬nın plânlanandan, daha büyük olma ihtimali ve daha kötü olarak da de¬ğişmeler tarafından dengelenme riski vardır.

Muhafazakâr tabiatlı adam bunların hepsinden bazı sonuçlar çıkartır. İlk olarak, yenilik belli bir kayıp ve olası bir kazanç icap ettirir; bu yüz¬den, önerilen değişmenin bütünüyle faydalı olduğunun beklenebilece¬ğini göstermek için ispat görevi, olası yenilikçiye düşer. İkinci olarak, bir yenilik büyümeyi ne kadar çok andırıyorsa (yani ne kadar açık olarak ima ediyorsa ve sadece duruma empoze edilmiyorsa) kaybın üstünlüğü şeklinde sonuçlanmasının o kadar az olası olduğuna inanır. Üçüncü ola¬rak, belli bazı dengesizlikleri düzeltmek için tasarlanan, belli bazı bozuk¬luklara bir tepki olan yeniliğin, beşerî şartların genel olarak geliştirilmiş halinin bir nosyonundan kaynaklanan yenilikten daha fazla istenir olduğu ve mükemmellik vizyonunca yaratılan yenilikten daha fazla arzu edilir olduğunu düşünür. Sonuç olarak, küçük ve sınırlı yenilikleri büyük ve belirsiz olanlara tercih eder. Dördüncü olarak, hızlı olandan çok yavaş bir gidişten yanadır; cari sonuçları gözlemlemek için durur ve uygun ayarlamalar yapar. Ve sonuç olarak, everişli durumun önemli olduğuna inanır; diğer şeyler eşit olmak şartıyla, tasarlanan değişimin niyetlenenle sınırlı olmasının en çok olası olduğu ve arzu edilmeyen ve yönetilemeyen sonuçlarca bozulmasının en az olası olduğu durumun, yenilik için en uygun durum olduğunu düşünür.
O zaman muhafazakâr olma eğilimi zevk alma itibariyle sıcak ve olumlu, buna mukabil değişme ve yenilik itibariyle soğuk ve eleştireldir: Bu iki eğilim birbirini destekler ve açıklar. Muhafazakâr tabiatlı insan, bilinen bir iyinin bilinmeyen daha iyi için kolayca teslim edilmeyeceğine inanır. Tehlikeli ve zor olana düşkün değildir; maceracı değildir; bilin¬meyen denizlere yelken açma dürtüsü yoktur; onun için kaybolmuş, şa¬şırmış ya da kazaya uğramış olmada bir sihir yoktur. Eğer bilinmeyene açılmaya zorlanırsa yolun her bir santimetresinde iskandili kaldırmada erdemi kullanır. Diğerlerinin makul bir şekilde utangaçlık olarak tanım-ladığım, o kendisinde olan rasyonel bir ihtiyatlılık olarak görür; diğerle¬rinin pasiflik olarak yorumladığını, o istismar etmekten öte bir zevk al¬ma eğilimi olarak görür. Tedbirlidir ve mutlak değil ama tedricî anlamda hilaf ve ihtilaf göstermeye eğilimlidir. Duruma, dünyasının özelliklerinin aşinalıklarını bozma eğilimi açısından bakar.

Genel olarak, bu muhafazakâr mizacın, ‘beşerî doğa’ diye tabir edilen şeyin içine oldukça derin kökleştiğine inanılmaktadır. Değişim yorucu¬dur; yenilik çaba gerektirir ve insanoğlu (öyle denir) enerjik olmaktan çok tembelliğe daha eğilimlidir. Eğer insanlar dünyada geçinmenin daha tatmin edici bir yolunu bulsalardı, sorun arama eğiliminde olmazlardı. Doğal olarak bilinmeyenden endişelenirler ve güvenliği tehlikeye tercih ederler. Çekingen yenilikçilerdir; değişimi sevdikleri için değil, aksine (Rochefoucald’ın ölümü kabul ederler, dediği gibi) kaçınılmaz olduğu için kabul ederler. Değişim neşeden ziyade üzüntü yaratır: Cennet, mü¬kemmelden aşağı olmayan değişmesiz bir dünyanın rüyasıdır. Tabiî ki, ‘beşerî doğayı’ bu şekilde yorumlayanlar bu eğilimin tek basma geçerli olmadığına katılırlar; onlar sadece bunun beşerî eğilimlerin çok güçlüsü belki de en güçlüsü olduğunu iddia ederler. Bu inanç için söylenebilecek olabildiğince geçerli bir şey vardır: Beşerî tercihlerde muhafazakârlığın büyük biç içeriği olmasaydı beşerî şartlar şu an olduklarından çok farklı olurdu. İlkel insanların aşina olana tutundukları ve değişimden kaçın¬dıkları söylenir; eski mit yeniliğe karşı uyarılarla doludur; yaşamın ida¬resi ile ilgili folklor ve atasözlerimiz muhafazakâr emirlerle doludur; de¬ğişime isteksiz razı olmalarında çocukların döktüğü ne kadar çok gözyaşı vardır. Gerçekten nerede sıkı bir kimlik tesisi başarılmış ise ve nere¬de kimliğin ihtiyatlıca dengelendiği hissedilirse muhafazakâr bir eği¬limin orada ortaya çıkması olasıdır. Diğer taraftan, gençliğin eğilimi ge¬nellikle baskın bir şekilde maceracı ve deneycidir: Hiçbir şey gençken fır¬sat kullanmaktan daha arzulanır görülmez; risk yoksa zevk de yoktur (pas de risque, pas de plaisir). Ve uzun bir zaman boyunca bazı milletler değişmeyi başarılı bir şekilde engellemiş görülürken, diğerlerinin tarihi şiddetli ve cesur yenilik dönemlerini gösterir. Tanıdık çevremizde olan herhangi bir şeyden daha durağan olmayan ‘beşerî doğa’ hakkında genel spekülasyondan elde edilebilecek gerçekten fazla bir yarar yoktur. Mev¬cut beşerî doğayı ve kendi kendimizi düşünmek daha isabetlidir.
Sanırım günümüzde muhafazakâr olma eğilimi dikkat çekecek dere¬cede güçlü olmaktan uzaktır. Önyargısız bir yabancı, son beş yüz yıla yakın süre zarfındaki davranışımızı değerlendirmiş olsa, gerçekten akla uygun olarak, bizim değişmeye âşık, sadece yenilik isteğine sahip oldu¬ğumuzu, ya kendi kendimize böylesi sempatiden uzak ya da herhangi bir önem atfetme eğiliminde olmayacak kadar kimliğimize kayıtsız ol¬duğumuzu sanabilir. Genelde yeninin cazibesi aşina olunanın rahatlı¬ğından daha çok şiddetli hissedilir. Büyük yenilikler ortaya çıkmaksızın önemli bir şeyin olmadığını ve geliştirilemeyen şeyin kötüye gitmekte olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Henüz denenmemiş olan lehine olumlu bir önyargı vardır. Kolaylıkla bütün değişmelerin bir şekilde daha iyi olduğunu farz ederiz; yenilik çıkarma faaliyetlerimizin bütün sonuç¬larının ya kendilerinin bizzat gelişme olduğuna veya en azından istedi¬ğimizi elde etmek için ödenecek makul bir fiyat olduğuna kolayca inan¬mışızdır. Eğer kumar oynamaya zorlanmış olsa bir muhafazakâr değişik alanlarda bahse girerken, biz çok az hesaplama ile ve kaybetme endişesi olmadan bireysel hayallerimize dönme eğiliminde oluruz. Tamah dere¬cesinde aç gözlüyüz; geleceğin aynasında yansıması büyüdüğü için sa¬hip olduğumuz kemiği bırakmaya hazırız. Her şeyin sürekli gelişim içinde olduğu bir dünyada olası gelişmeyi daha çok sürdürmek için hiç¬bir şey yapılmaz: İnsanoğlunun kendisi hariç her şeyin yaşam beklentisi sürekli olarak düşer. İnançlar geçici, sadakatler gözden kaybolucudur ve değişmenin hızı aşın derin bağlılıklara karşı bizi uyarır. Sonuçlarına aldırmaksızın her şeyi bir kere deneme arzusundayız. Güncel olma yarı¬şında bir faaliyet diğeriyle yarışır: Atılmış otomobiller ve televizyon set¬leri, terk edilmiş ahlâkî ve dinî inançlar içinde eşdeğerlerine sahiptirler: Göz daima yeni model üzerindedir. Görmek, olanın yerinde ne olabile¬ceğini hayal etmektir; dokunmak dönüştürmektir. Dünyanın durumu veya vasfı her ne ise, bizim istediğimiz gibi uzun süre devam etmez. Ve hareketin önünde olanlar enerjileri ve girişimleri ile arkada olanları et¬kiler. Omnes eodem cogemur: Artık durulduğumuzda ancak takım içinde kendimize bir yer buluruz.

Karakterimiz, tabiî ki, bu değişme arzusu dışında diğer özelliklere de sahiptir (üzerine titreme ve koruma dürtüsünden mahrum değiliz); fakat onun üstünlüğü konusunda çok az şüphe olabilir. Ve bu şartlarda muhafazakâr bir eğilim, esas olarak aklımızın ‘ilerlemeci’ alışkanlığına karşı kolay anlaşılır (hatta makul) bir alternatif olarak değil, aksine ya oluş¬makta olan harekete karşı talihsiz bir engel veya çocukların hayret et¬mesi için içinde aşılmış başarının antik örneklerinin korunduğu müzenin nezaretçisi olarak ve hayatın hoşlukları adını verdiğimiz (yeterince ironik olarak) zaman zaman henüz yıkılmak için vakti gelmediği düşü¬nülen şeyin bekçisi olarak ortaya çıkması gerektiği uygun görülür.

Bizim buradaki muhafazakâr olma eğilimi tanımımızın ve bu tanımın kıymetinin, söylemesi gerekenin zorunlu olarak yanlış olmasından do¬layı değil ilgisiz hale geldiği için önem verilmeyen, aslî bir ihtar nede¬niyle değil fakat sadece şartların seyrince manevra dışı bırakılan, acımayı bir gerici kadar kaba ve hor kışkırtarak, soluk, mahcup ve nostaljik ka¬rakterli olan, en son görüldüğünde gel-gitle savaşan bu eğilimin güçlü olduğu insanla sona ereceği beklenebilir. Buna rağmen sanırım söylene¬cek daha fazla şey var. Bu şartlarda bile genel olarak bazı şeyler itibariyle muhafazakâr bir eğilimin şüphe götürmez şekilde önemsenmeme durumunda, bu eğilimin sadece uygun değil fakat fevkalade uygun olduğu durumlar ve bizim kaçınılmaz olarak muhafazakâr bir yöne çekildiğimiz ilişkiler vardır.

İlk olarak, sadece muhafazakâr olma eğiliminin fazileti nedeniyle meşgul olunan, yani tecrübenin kendisine ilâveten bir kâr, ödül, kazanç veya sonucun değil, o anki zevkin arandığı belli bir (henüz yok olmamış) faaliyet türü vardır. Ve bu faaliyetler bu eğilimin simgeleri olarak görül¬düğünde muhafazakâr olmak, beşerî davranışın bütün alanını ihtiva edebilen ‘ilerici’ bir tutuma karşı peşin hükümlü bir düşmanlık olarak de¬ğil, aksine geniş ve önemli bir beşerî faaliyet alanında tek uygun eğilim olarak açığa çıkar. Bu eğilimin belirgin olduğu insan, muhafazakârlığını ayrımsız olarak bütün beşerî faaliyetlere empoze etme eğilimindeki bir insan olarak değil, muhafazakâr olmanın eşsiz derecede uygun olduğu faaliyetlerle meşgul olmayı tercih eden biri olarak görülür. Kısaca, eğer kendimizi beşerî davranışa genelde uygun bir eğilim olarak muha¬fazakârlığı (çoğumuzun yaptığı gibi) reddetme meylinde bulursak, bu eğilimin sadece uygun değil fakat zorunlu bir şart olduğu belli bir tür in¬san davranışı hâlâ vardır.

Sadece kendi amacı için önerdiklerinden zevk alma meyli olan muha¬fazakâr olma eğiliminin özellikle uygun olmadığı sayısız beşerî ilişki, ta¬biî ki, vardır: Efendi ve hizmetçi, malik ve kâhya, alıcı ve satıcı, asıl ve vekil. Bunlarda her katılımcı, hizmet karşılığında bazı hizmetler veya karşılıklar arar. Satıcının istediğini arz edemediğini gören bir tüketici, ya onu stokunu arttırmak için ikna eder veya başka bir yere gider; bir tüke¬ticinin arzularını karşılayamayan bir dükkân sahibi (satıcı) kendisini, tatmin edebileceği başkalarına kabul ettirmeye çalışır. Vekili tarafından iyi hizmet edilmeyen amir bir başkasını arar. Hizmetinin karşılığını iyi alamayan hizmetçi bir ücret artışı ister; işinin şartlarından rahatsız olan biri bir değişim arayışına girer. Kısaca, içinde bazı sonuçların arandığı ilişkiler vardır; her bir taraf diğer tarafın onu sağlayabilme yeteneği ile il¬gilenir. Aranan şey eğer yoksa, ilişkinin hükümsüz olacağı veya biteceği beklenmelidir. Böyle ilişkilerde muhafazakâr olmak, herhangi bir isteği tatmin etmesinde başarısızlığı dikkate alınmadan sadece zevkimizi etki¬lediği ve tanıdık geldiği için mevcuttan ve ulaşılabilir olandan zevk al¬mak, herhangi diğer bir eğilimin uygulanmasını gerektiren bütün iliş¬kileri reddeden bir irrasyonel eğilim olan jusqui’aubuiste muhafazakârlı¬ğım açıklayan davranıştır. Hatta arz ve talebin bağı ile sınırlı oldukla¬rında bu ilişkilerin onlara uygun bir şeyden yoksun olduğu ve aşinalık¬tan kaynaklanan sadakat ve bağlılıkların zorla dahil edilmesine izin vermediği görülmektedir.

Ancak bizzat kendileri için meşgul olunan ve sağladıkları şey için de¬ğil oldukları şey için zevk alman, içinde herhangi bir sonuç aranmayan diğer türden ilişkiler de vardır. Arkadaşlığınki böyledir. Burada bağlılık aşinalığın içtenliğinden kaynaklanır ve kişilerin karşılıklı paylaşımında varlık kazanır. Birisinin sevdiği eti elde edene kadar kasabını değiştir-meye devam etmesi, birisinin kendisinden bekleneni yapana kadar veki¬lini eğitmeye devam etmesi ilgili ilişkiye uygun olmayan bir davranış değildir; fakat beklediğimiz gibi davranmadıkları ve bizim gereklerimize uygun olarak eğitilmeyi reddettikleri için arkadaşları terk etmek, arka¬daşlığın niteliğini tamamen yanlış anlayan bir insanın davranışıdır. Ar¬kadaşlar birbirinden ne alabilecekleri ile değil ancak sadece birbirinden hoşnut olmayla ilgilidirler ve bu hoşnutluğun şartı herhangi bir değiş¬tirme ve geliştirme arzusu olmaksızın olanın isteyerek kabul edilmesidir, Bir arkadaş, belli bir şekilde davranmak için birinin güvendiği, belli is¬tekleri karşılayan, belli faydalı kabiliyetlere, bazı makul niteliklere veya belli kabul edilebilir düşüncelere sahip biri değildir; tahayyülle meşgul olan, tefekkürü kışkırtan, basitçe girilen ilişkiye istinaden ilgi, sempati, sevinç ve sadakate yol açan birisidir. Bir arkadaş diğerinin yerini alamaz; dünyada bir arkadaşın ölümü, ile birisinin terzisinin işten emekli olması arasında her zaman büyük fark vardır. Arkadaşın arkadaşla ilişkisi fay¬dacı değil dramatiktir; bağ, yararlılığın değil aşinalığın bağıdır; meşgul olunan eğilim ‘ilerlemeci’ değil muhafazakârdır. Ve arkadaşlık için doğ¬ru olan, her birinin zevkinin bir şartı olarak muhafazakâr bir eğilim talep ettiği diğer tecrübeler (örneğin yurtseverlik ve sohbet) için daha az doğ¬ru değildir.

Fakat ilâve olarak, bir ödül için değil aksine yarattığı zevk için meşgul olunan ve tek uygun eğilimin muhafazakâr olma eğiliminin olduğu be¬şerî ilişkileri içermeyen faaliyetler de vardır. Balık avlamayı ele alalım. Eğer amacınız sadece balık yakalamak ise, boş yere muhafazakâr olmak, aptallık olabilir. En iyi tutma şeklini arayacaksınız, başarısız olduğu ka¬nıtlanan uygulamaları terk edeceksiniz; belirli mevkilere faydasız bağlı¬lıklarla sınırlanmayacaksınız; inançlar uçup gidecek, sadakat silinecek; hatta geliştirme ümidi ile her şeyi bir kez deneyecek kadar ferasetli bile olabilirsiniz. Fakat balık tutmak, bir balık tutmanın kârı için değil, aksine onun zevki için meşgul olunabilir bir faaliyettir. Ve balıkçı elinin boş ol¬masından dolayı daha az mutlu olmadan akşam eve dönebilir. Faaliyetin bir ritüel haline geldiği ve muhafazakâr eğilimin uygun olduğu yerlerde bu böyledir. Eğer yakalasanız da yakalamasanız da umurunuzda de¬ğilse, neden en iyi tertibat konusunda kaygılanasınız? Önemli olan yete¬neğin uygulanmasının zevkidir (belki de sadece zaman geçirmedir) ve bu, aşina olduğu ve garip şekilde uygunsuz olmadığı sürece herhangi bir şekilde olabilir.

O zaman, aranan şeyin, işin başarısından değil aksine meşguliyetin aşinalığından kaynaklanan zevk olduğu bütün faaliyetler muhafazakâr olma eğiliminin göstergeleridir ve onlardan çok vardır. Fox, kazanma ve kaybetme gibi iki üstün zevki sağladığını söylediğinde kuman onların arasına yerleştirmiştir. Gerçekten muhafazakârlık dışında diğer bir eğilimi gerektirdiği görülen bu türden sadece bir faaliyet düşünebilirim: Moda sevgisi, yani ne sonuç doğurursa doğursun modanın bizzat kendisi için değişime nedensiz düşkünlük.
Fakat sadece bir muhafazakâr olma eğilimi sebebiyle meşgul olabildi¬ğimiz faaliyetlerin önemsiz olmayan kısmı dışında bunun en uygun eği¬lim olduğunda diğer faaliyetlerin yürütülmesinde bazı nedenler vardır; gerçekten Öyle ya da böyle onu çağrıştırmayan birkaç faaliyet vardır. Her ne zaman istikrar gelişmeden daha kârlı, kesinlik spekülasyondan daha değerli, aşinalık mükemmellikten daha çok arzulanabilir, mutabık ka¬lınmış yanlış tartışmalı doğrudan daha üstün, hastalık tedaviden daha katlanılır, beklentilerin tatmini bekleyişlerin kendi kendilerine adaletin¬den daha önemli ve bir tür kural hiçbir kurala sahip olmama riskinden daha iyi ise; muhafazakâr olma eğilimi herhangi birinden daha uygun¬dur ve bunlar beşerî davranış üzerine herhangi bir yorumda göz ardı edilemeyen şartların bir aralığını kapsar. Muhafazakâr eğilimli insanı, şartların önlenemez seyrine karşı savaşan yalnız bir yüzücü olarak (hat¬ta, kabaca, “ilerici” denilen bir toplumda) görenlerin beşerî münase¬betlerin büyük bir alanını dışarıda bırakmak için dürbünlerinin ayar¬lanması düşündürülmelidir.

Belli bir gözlem seviyesinde kendinden menkul zevkleri için girişil¬meyen çoğu faaliyetlerde, yürütülen proje ile istihdam edilen araçlar ara¬sında ve iş ile onun başarısı için kullanılan araçlar arasında bir ayrım ortaya çıkar. Tabiî ki, bu, mutlak bir ayrım değildir; projeler sıklıkla el¬deki aletler tarafından uyarılır ve yönetilir ve aletler belli bir projeye uy¬gun olması için nadiren tasarlanır. Bir durumda proje olan diğer du¬rumda bir alettir. İlâveten, en az bir önemli istisna vardır: Bir şair olma faaliyeti. Oysa bu ilgimizi durumun iki bileşenine yönelik davranışın uygun bir farkına çektiği için bir faydanın göreli bir ayrımıdır.
Genel olarak, aletler noktasındaki eğilimimizin projelere yönelik tu¬tumumuzdan uygun bir şekilde daha muhafazakâr olduğu söylenebilir veya diğer bir değişle, aletler yeniliğe projelerden daha az maruz kalır. Çünkü nadir durumlar hariç aletler belli bir projeye uygun olması ve daha sonra da bir kenara atılması için tasarlanmaz; bütün proje türlerine uygun olması için tasarlanır. Ve bu anlaşılır bir şeydir; çünkü çoğu alet, kullanımda yetenek ister ve yetenek pratik ve aşinalıktan ayırt edilemez: Yetenekli bir adam ister bir denizci ister bir ahçı veya bir muhasebeci ol¬sun, aletlerin belli bir stokuna aşina olan bir adamdır. Gerçekten bir ma-rangoz kendi aletini kullanmada marangozlarca genel olarak kullanılan diğer başka alet örneklerinden genellikle daha yeteneklidir ve savcı, şir¬ketler kanunu ile ilgili veya miras kanunu ile ilgili kendi (şerhli) nüsha¬sını diğer herhangi birinden daha çok isteyerek kullanabilir. Aşinalık alet kullanmanın özüdür ve insan alet kullanan bir hayvan olduğu için mu¬hafazakâr olma eğilimindedir.
Kullanımdaki aletlerin çoğu nesillerdir değişmeden kalmış, diğerleri¬nin dizaynı önemli değişiklikler geçirmiş ve alet stokumuz her zaman yeni icatlarla genişletilmiş ve yeni dizaynlarca geliştirilmiştir. Mutfaklar, fabrikalar, atölyeler, inşaat siteleri ve ofisler uzun dönem denenmiş ve yeni icat edilmiş teçhizatın karakteristik bir karışımını göstermektedir. Fakat her nasıl olabiliyorsa herhangi bir tür iş ortaya çıktığında, özel bir proje yapıldığında -ister bir çörek pişirmek, ister bir atı kuşatmak, bir borç veya firma arz etmek, bir müşteriye sigorta veya balık satmak, bir gemi veya takım elbise yapmak, buğday ekmek veya patates toplamak, liman yapmak veya bir baraj inşa etmek- kullandığımız aletlerle ilgili özellikle muhafazakâr olmak uygun olduğundan bunu bir gereklilik ola¬rak görürüz. Eğer büyük bir proje ise, onu gerekli bilgiye sahip olan bir insanın sorumluluğuna veririz ve belirli bir alet stokunun kullanılma¬sında kabiliyetli olan ve kendi işlerini bilen memurların işe alınmasını bekleriz. Araç kullananların bu hiyerarşisindeki bazı noktalarda bu özel işi yapmak için mevcut alet stokuna bir ilâve veya stokta bir değişim ge¬rektiği teklif edilebilir. Böyle bir teklifin hiyerarşinin ortasına yakın bir yerden gelmesi olasıdır. Bir tasarımcının “gitmeliyim ve işe devam etme¬den önce beş yılımı alacak bazı temel araştırmalar yapmalıyım” demesini beklemeyiz (alet çantası bir bilgi bölümüdür ve onun tasarımcının elinin altında olmasını ve onunla ilgili yöntemini bilmesini bekleriz). Ve temel¬de adamın özel görevinin gereklilikleri için yetersiz bir aletler stokuna sahip olmasını beklemeyiz. Fakat böyle bir teklif yapılsa ve uygulunsa bile bu, kullanılan bütün aletler stokuna istinaden muhafazakâr bir eği¬limin uygunluğuna engel olmaz. Gerçekten, eğer ara sıra aletlerimiz noktasında eğilimimiz, genel olarak söylersek, muhafazakâr olmasa hiç¬bir işin asla yapılmayacağı ve ticaretin hiçbir parçasının asla olmayacağı yeterince açıktır. Ve ne çeşit olursa olsun, ticaret yapmak, zamanımızın çoğunu kapladığı ve bir tür araç olmadan çok az şey yapılabileceği için muhafazakâr olma eğilimi karakterimizde engellenemez derecede büyük bir yer işgal eder.

Marangoz belki tam olarak daha önce hiç uğraşmadığı bir işi yap¬maya gelir; ancak aşina olduğu aletlerinin bir çantası ile gelir ve bu işi yapmasının tek yolu tasarrufunda olanları kullanması ile birlikte yete¬nekte yatar. Su tesisatçısı aletlerini alıp getirmeye gittiğinde eğer amacı yeni bir şey icat etmek veya eskisini geliştirmek olsa normalde olduğun¬dan hatta daha da fazla geç kalır. Pazar yerinde hiç kimse paranın değe¬rini sorgulamaz. Bir pound peynir tartılmasa veya bir ölçü bira çıkarılmasa hiçbir ticaret asla yapılamaz; diğerleri ile karşılaştırıldığında ağırlık ve ölçmenin bu belli ölçülerinin göreli yararlılığı ayrıştırılır. Cerrah ame¬liyatın ortasında aletlerini yeniden tasarlamak için ara vermez. MCC bir test maçının ortasında veya bir kriket sezonunun ortasında yeni bir kale uzunluğu, yeni bir top büyüklüğü, yeni bir sopa genişliği belirlemez. Evinizde yangın çıkmışken yeni bir uygulama tasarlamak için yangın ön¬leme ve araştırma istasyonu ile bağlantı kurmazsınız; Disraeli’nin ifade ettiği gibi, eğer deli değilseniz kasaba yangın idaresini çağırırsınız. Bir müzisyen müziği geliştirebilir; fakat aynı zamanda bir enstrümanı irti¬calen çalması beklenirse kendisine uygun davranamadığını hisseder. Gerçekten belli bir ustalık gerektiren iş yapılacak ise, işçi genellikle çan¬tasından yeni tasarlanmış fakat kullanımında ustalaşmadığı bir aletten çok tamamen aşina olduğu bir aleti kullanmayı tercih edecektir. Şüphe¬siz yeniliği desteklemek ve istihdam ettiğimiz aletlerde gelişmeyi sür¬dürmek ve böyle şeylerde radikal olmak için bir yer ve zaman vardır; fa¬kat bunlar muhafazakâr eğilimin pratiği için açık elverişli durumlardır.

Şimdi projelerden ayrı olarak genelde aletlerle ilgili doğru olan şey, genel davranış kuralları denilen genel kullanımdaki belli bir alet türü için daha da belirgin bir şekilde doğrudur. Eğer değişimden göreli bağı¬şıklıktan kaynaklanan aşinalık çekiçlere, kerpetenlere, sopalara ve top-lara uygun ise, örneğin bir ofis rutinine de pekâlâ uygundur. Rutinler, şüphesiz gelişmeye uygundur; fakat ne kadar aşina hale gelirlerse o ka¬dar faydalı olurlar. Bir rutinle ilgili olarak muhafazakâr bir eğilime sahip olmamak açık deliliktir. Tabiî ki, bir muafiyet gerektirebilen istisnai du¬rumlar meydana gelir; fakat bir rutin ile ilgili olarak, şüphesiz, reformist olmaktan çok muhafazakâr olma eğilimi uygundur. Bir kamusal toplan¬tının yapılmasını, Avam Kamarası’ndaki tartışmanın kurallarını veya bir hukuk mahkemesinin prosedürünü ele alalım. Bu düzenlemelerin temel faydası, sabit ve aşina olmaları, belirli bekleyişleri tespit etme ve tatmin etmeleri, uygun bir şekilde ilgili her şeyin söylenmesine izin vermeleri, konu dışı çatışmaları önlemeleri ve beşerî enerjiyi muhafaza etmeleridir. Bunlar farklı fakat benzer çok çeşitli işlerde kullanılmak için uygun tipik aletlerdir. Düşünme ve seçimin ürünleridirler, kutsal olan bir yanlan yoktur, değişmeye ve gelişmeye karşı hassastırlar; fakat onlarla ilgili eğilimimiz, genel bir deyişle, muhafazakâr olmasaydı onları tartışmaya ve her durumda değiştirmeye eğilimli olsaydık değerlerini hızlı bir şekilde kaybederlerdi. Ve onları geçici olarak iptal etmenin faydalı olduğu du¬rumlar nadir iken, çalışma durumunda onların yenilenmemesi veya geliştirilmemesi fevkalade uygundur. Veya tekrar bir oyunun kurallarını ele alalım. Bunlar da düşünme ve seçimin ürünüdür; cari tecrübelerin ışığında onları tekrar gözden geçirmenin uygun olduğu durumlar vardır; fakat onlara karşı muhafazakâr bir eğilimden başka herhangi bir şeye sahip olmak veya aynı anda hepsini bir eritme potasına koymak uygun değildir. Ve oyunun sıcaklığı ve karmaşasında onlar üzerinde değiştirme veya geliştirme yapmak fevkalade uygunsuzdur. Gerçekten her bir taraf kazanmak için ne kadar hırslı ise, esnek olmayan bir kurallar seti o kadar değerlidir. Oyun sırasında oyuncular yeni taktikler oluşturabilir, irticalen yeni savunma ve saldırı metotları bulabilir, yeni kurallar icat etmek dışında rakiplerinin bekleyişlerini hezimete uğratmak için seçtikleri her şeyi yapabilirler. İcat, tedbirlice ve öyleyse sadece sezon dışında teslimi¬yet gösterilmesi gereken bir faaliyettir.

Muhafazakâr olma eğiliminin ilgisi ve bizimki gibi özellikle zıt yönde eğilim gösteren bir karakterde bile uygunluğu ile ilgili söylenebilecek daha çok şey vardır. Din ve ahlâkla ilgili hiçbir şey söylemedim; fakat eğer bütün durumlarda ve bütün bağlantılarda muhafazakâr olmak an¬laşılmaz derecede bizim düşünce alışkanlığımızdan uzak bile olsa, yine de bütün durumlarda muhafazakâr olma eğilimi ile ortaklık gerektirme¬yen ve bazı durumlarda onu birincil ortak olarak kabul eden birkaç faa¬liyetimiz ve onun tam olarak başat olduğu bazı faaliyetlerin olduğunu göstermek için belki de yeterince söyledim

O zaman, muhafazakâr olma eğilimini siyaset konusunda nasıl yorumlamalıyız? Bu incelemenin yapılmasında ilgilendiğim şey, bu eğili¬min sadece koşulların herhangi bir kümesinde anlaşılabilmesi değil, fa¬kat aynı zamanda kendi çağdaş koşullarımızda anlaşılmasıdır.

Genelde bu soruyu inceleyen yazarlar dikkatimizi genel olarak dün¬ya, insanoğlu, kurumlar ve hatta evrenle ilgili inançlara yöneltirler ve bi¬ze siyasette muhafazakâr bir eğilimin ancak onu bu türden belli inançla¬rın yansıması olarak anladığımızda doğru bir şekilde yorumlanabilece-ğini söylerler. Örneğin, siyasetteki muhafazakârlığın, beşerî davranış alanındaki genel bir muhafazakâr eğilimin uygun karşılığı olduğu söylenmektedir: ticaret, ahlâk ve dinde reformcu olmakla siyasette mu¬hafazakâr olmak tutarsızlık olarak gösterilir. Siyasette muhafazakârın belirli dinî inançlara, örneğin beşerî tecrübe ile edinilen bir doğa kanu¬nuna, adaletsizlik ve felakete yol açan şeyden ayrılmanın ve tutumunu ona uydurmanın insanoğlunun görevi olduğu doğa ve beşerî tarihte dinî bir amacı yansıtan İlahî bir düzen inancına sahip olması sebebiyle muha¬fazakâr olduğu söylenmektedir. İlâve olarak, siyasette muhafazakâr ol¬ma eğiliminin beşerî toplumun ‘organik’ bir teorisi adı verilen şeyi yan¬sıttığı, beşerî kişiliğin mutlak değerine bir inançla ve insanoğlunun baş¬tan itibaren günaha eğilimine olan bir inançla sıkıca bağlandığı söy¬lenebilir. Ve bir İngiliz’in ‘muhafazakârlığı’ bile kraliyetçilik ve Anglikanizmle ilişkilidir.

Şimdi durumun bu izanıyla ilgili ileri sürülebilecek küçük şikâyetler bir kenara bırakılırsa, bana bu açıklama büyük bir eksikliği barındırıyor görünmektedir. Siyasal faaliyette muhafazakâr olma eğiliminde olan insanların bu inançların çoğuna sahip olduğu gerçektir; bu insanların, eği¬limlerinin bir şekilde onlar tarafından sınırlandığına ve hatta onlar üze¬rine kurulduğuna inandıkları da doğru olabilir; fakat anladığım kada¬rıyla siyasette muhafazakâr olma eğilimi bu inançların doğru olduğuna inanmamız gerektiğini ya da onların doğru olduğunu varsaymamız ge¬rektiğini icap ettirmez. Gerçekten bunun genel olarak dünya, beşerî dav¬ranış veya evrenle ilgili herhangi bir özel inançla zorunlu olarak ilişkili olduğunu sanmıyorum. Bağlanılan şey, yönetme faaliyeti ve yönetimin araçlarıyla ilgili belirli inançlardır ve diğerlerinde değil bu konulardaki anlaşılabilir şekilde gösterilebilir olan inançlar anlamındadır. Ve detay¬lıca incelemeden önce görüşümü kısaca ifade etmek gerekirse, siyasette muhafazakâr bir eğilimi anlaşılır kılan şeyin; doğa kanunu, ilahî düzen¬leme, ahlâk veya dinle ilişkisi yoktur; o, hükümet etmenin spesifik ve sı¬nırlı bir faaliyet olduğu yani geçimlik faaliyetleri empoze eden plânlar olarak değil aksine en az engellenme ile insanların bizzat kendi seçimleri olan faaliyetlerin peşine düşmelerini sağlayan aletler olarak ve böylece hakkında muhafazakâr olmanın uygun olduğu bir şey olarak anlaşılan genel davranış kurallarının sağlanması ve muhafazası inancı ile birlikte şu anki yaşama tarzımızın gözlemidir.

Göklerden değil, dünyadaki halimiz gibi kendi kendimize uygun ol¬duğuna inandığım yerden başlayalım. Ben ve komşularım, kurumlarım, vatandaşlarım, arkadaşlarım, düşmanlarım ve kayıtsız olduklarım çok büyük çeşitlilikte faaliyetlerle meşgul olan insanlardır. Her algılanabilir konuya ilişkin çeşitli fikirler Üzerinde kafa yormak ve onlardan yorul¬dukça veya onlar işlemez hale geldikçe bu inançları değiştirmek eğilimindeyiz. Her birimiz kendi yolumuzu izliyoruz ve bazı kimselerin meşgul olmayacağı kadar olası olmayan hiçbir proje yoktur; bazı kişile¬rin yürütmeyeceği kadar akılsızca olan bir girişim de yoktur. Yaşamla¬rını Anglikan Catechismin kopyalarını Yahudilere satmaya çalışarak harcayanlar vardır. Ve dünyanın yarısı diğer yarısının şimdiye kadar yokluğunu asla hissetmediğini talep etmelerini sağlamakta meşguldür. İster bir şeyler yapsın veya onları satsın, ister ticaret veya spor, din veya öğrenme, şiir, içki veya uyuşturucular olsun hepimiz kendi işimiz ile il¬gili tutkulu olma eğilimindeyiz. Her birimizin kendi tercihleri vardır. Bazıları için seçim yapma fırsatları (ki çok sayıdadır) seve seve kabul edilen davetlerdir; bazıları ise onları daha az heyecanla karşılar veya on¬ları yük olarak görür. Bazıları yeni ve daha iyi dünyalar hayal eder; ba¬zıları aşina yollardan gitmeye hatta aylak kalmaya daha eğilimlidir. Ba¬zıları değişmenin hızlılığından dolayı kederlenme meylindedir, diğerleri ise ondan hoşnut olur; herkes onun farkındadır. Yorulduğumuz ve uyukladığımız zamanlarda; bir dükkân vitrinine göz gezdirmek ve iste¬mediğimiz hiçbir şeyi görmemek mutlu edici bir rahatlamadır. Sadece dikkati defettiği için çirkinliğe minnettarız. Fakat çoğu zaman sonu gel¬mez şekilde birbirinden kaynaklanan arzuların tatminini arayarak mut¬luluğu izleriz. Bazılarının diğerlerinden daha uzun sürdüğü çıkar, duy¬gu, rekabet, ortaklık, koruma, aşk, arkadaşlık, kıskançlık ve nefret ilişki¬lerine gireriz. Birbirimizle anlaşmalar yaparız, birbirimizin davranışı ile ilgili beklentilerimiz vardır; uygun buluruz, kayıtsız kalırız veya uygun bulmayız. Faaliyetlerin bu çok yönlülüğü ve seçeneklerin çeşitliliği ihti¬laflar üretmeye eğilimlidir; diğerlerininki ile kesişen yollar izleriz ve he¬pimiz aynı tür davranışı onaylamayız. Fakat esasında bazen yol vererek, bazen sıkı durarak, bazen de bir tavizle birbirimizle geçiniriz. Davranı¬şımız küçük, çoğu zaman düşünülmemiş ve dikkati çekmeyen ayarla¬malar ile diğerlerininkine uydurulmuş faaliyetten oluşur.

Bütün bunların niçin böyle olduğu sorun değildir. Öyle olması zo¬runlu da değildir. Beşerî şartların farklı bir durumu kolayca tahayyül edilebilir ve başka yerde ve zamanlarda faaliyetlerin daha az çok yönlü ve değişken fikirler, daha az yaygın ve çok daha az olasılıkta ihtilaf yaratıcı olduğunu biliriz; fakat genellikle bunu bizim durumumuz olarak görü¬rüz. Bu, hiç kimsenin diğerine tercihen özellikle seçip tasarlamamasına rağmen elde edilmiş bir durumdur. “Beşerî doğa”nın salıverdiği değil, fakat kendi kendileri için seçim yapmanın edinilen bir sevgisi tarafından yönlendirilen insanoğlunun ürünüdür. Ve yirmi yıllık süre içinde şap¬kaların modasını ve otomobillerin tasarımını bildiğimiz için bunun nere¬ye götürdüğünü aşağı yukarı biliriz.

Şartları gözden geçirdikten sonra bazı insanlar, kendilerine onun bas¬kın özelliği, israfı, korkusu, beşerî enerjiyi heba etmesi, sadece onun ince düşünülmüş bir hedefinin olmaması değil, hatta ayırt edilebilir bir hare¬ket yönünün olmadığı şeklinde görünen düzen ve tutarlılık yokluğu tarafından uyarılırlar. Bir yarış arabasınınkine benzer heyecan verir; fakat iyi idare edilen bir ticarî girişimin tatmini ile ilgisi yoktur. Böyle insanlar mevcut dağınıklığı abartma eğilimindedirler; bir plânın yokluğu öyle göze çarpar ki, küçük düzeltmeler ve hatta kaosu engelleyen daha yoğun düzenlemeler onlara boş görünür; uygunsuzluğu olmasa dağınıklığın harareti için hiçbir hisleri yoktur. Fakat önemli olan, gözlem güçlerinin sınırlamaları değil, düşüncelerinin sapmasıdır. Bu kaos adı verileni dü¬zene dönüştürmek için yapılması gereken bir şeyin yapılması gerektiğini hissederler; çünkü bu, rasyonel insanoğlu için yaşamlarının harcanacağı bir yol değildir. Saçları dağınık şekilde boynunda ilişik olan Daphne’yi gördüğünde Apollo’nun dediği gibi, kendi kendilerine ‘ah ne olurdu keşke güzelce yapılsaydı’ derler. Bundan başka, bize bir rüyada bütün insanlığa uygun olan yaşamanın mükemmel, ihtilafsız biçimini gördük¬lerini anlatırlar ve bu rüyayı mevcut yaşama biçimimizi ayırt eden ça-tışma hallerini ve çeşitlerini kaldırmak için aramanın garantisi olarak gö¬rürler. Tabiî ki, rüyaları tam olarak benzer değildir; fakat bu konuda or¬taktırlar: Her biri, ihtilaf halinin kaldırılmış olduğu bir beşerî ortam du¬rumunun bir görüntüsü, tek bir yöne giden koordine edilmiş ve düzen¬lenmiş bir beşerî faaliyetin ve sonuna kadar kullanılan her kaynağın bir görüntüsüdür. Ve böyle insanlar yönetim birimini haklı olarak tebaaları¬nın beşerî şartlarının durumuyla ilgili rüyalar üzerinde bir baskı olarak anlamaktadır. Yönetmek, özel bir rüyayı kamusal ve zorunlu bir yaşam biçimine dönüştürmektir. Böylece siyaset içinde iktidarın uygun araç¬larla donatıldığı ve’ görevinin bu anlayışa bağlandığı faaliyet ile rüyala¬rın bir çekişmesi haline gelir.

Devletin onları tek bir yönde yoğunlaştırmak amacıyla beşerî enerji kaynaklarının ele geçirilmesi için sürekli elinde tutulan bir girişim olarak anlaşıldığı siyaset tarzını övmek için bu sıçramayı eleştirmeye niyet et¬mem, tamamen anlaşılmaz değildir ve bizim şartlarımızda onu harekete geçirmek için çok şey vardır. Benim amacım sadece oldukça farklı diğer bir yönetim anlayışının da olduğunu ileri sürmektir ve bu daha az anla¬şılır değildir ve bazı noktalarda belki bizim şartlarımıza daha uygundur.
Tarif ettiğim gibi, yönetme ve yönetim araçlarıyla ilgili bu diğer eği¬limin kaynağı beşerî olayların mevcut durumunun kabulünde bulun¬maktadır: Kendi seçimlerimizi yapma ve böyle yaparak mutluluğu bul¬ma eğilimi, her biri tutku ile yönlendirilen girişimlerin çeşitliliği, her biri yegâne doğruluğunun kanaati ile savunulan inançların çeşitliliği; yeni¬likçilik, değişkenlik ve herhangi büyük bir tasarım yokluğu, aşırılık, ha¬reketlilik ve informel taviz. Ve yönetimin görevi tebaasına diğer inanç ve faaliyetleri empoze etmek, onlara özel ders vermek veya onları eğitmek, onları daha iyi veya diğer bir deyişle daha mutlu yapmak, onları yönlendirmek, onları bir faaliyete itmek, hiçbir çatışma durumu meydana gelmeyecek şekilde onların faaliyetlerini koordine etmek veya onlara rehberlik etmek değildir; hükümetin görevi sadece yönetmektir. Spesifik ve sınırlı bir faaliyet, herhangi diğer başka şartlar içinde zarurî olanla birleştiğinde kolayca ifsat edilebilir. Yöneticinin imgesi, işi oyunun ku¬rallarını yönetmek olan hakem veya tartışmayı bilinen kurallara göre yöneten fakat kendisi bizzat ona müdahil olmayan başkandır.

Şimdi bu eğilimdeki insanlar, belli genel fikirlere başvurarak kabul edilen mevcut beşerî şartların durumuna yönelik uygun yönetim tutumu ile ilgili inançlarını savunurlar. Beşerî seçimin serbest oyununda mutlak değerin var olduğunu, özel mülkiyetin (seçim simgesi) doğal bir hak ol¬duğunu, onun sadece kendi kendilerini açıklaması beklenen doğru inanç ve iyi davranış olan fikir ve faaliyet çeşitliliğinin zevkinde olduğunu id¬dia ederler. Fakat bu eğilimin onu anlaşılır kılmak için bunları veya her¬hangi benzer inançları gerektirdiğini düşünmüyorum. Daha küçük ve daha az gösterişli bir şey olacak: Beşerî olayların bu durumun gerçekten cari olmasının, onu yönetmeyi ve ondan zevk almayı öğrenmiş olmamız; acemi statüsünde çocuklar değil fakat kendi seçimlerini yapmak için kendilerini onların tercihlerini meşrulaştırmaya yönelik herhangi bir zo¬runluluk altında görmeyen yetişkinler olduğumuzun ve yöneticilerin te-baalarına oldukça farklı bir yaşam tarzım empoze etmek üzere onlara otorite veren daha iyi bir inanç ve faaliyetler dizisi ifşa eden bir üst akılla donatıldıklarının gözlemi. Kısaca eğer bu eğilimdeki insana sorulursa: Yönetimler tebaalarına kendi rüyalarını empoze etmek yerine niçin mev¬cut fikir ve faaliyet çeşitliliğini kabul etmek zorundadırlar? ‘Neden ol¬masın’ diye cevaplamak onun için yeterlidir. Onların rüyaları herhangi bir başkasınkinden farklı değildir; eğer başkalarının naklettikleri rü¬yaları dinlemek sıkıcı ise onları yeniden canlandırmaya zorlamak çekil¬mezdir. Sabit fikirlileri tolere ederiz, böyle yapmak bizim alışkanlı¬ğımızdır; fakat neden onlar tarafından yönetilelim ki? Bir yönetim için, faaliyetlerini diğer bir benzer türün lehine durdurmak bir tarafa, aksine herhangi birisinin çıkarabileceği sese sınır koyarak herkese onu empoze etmeye kalkışan kızgınlık içinde enerji ve servetini harcayanların belâla¬rına karşı tebaasını korumak anlaşılır olmayan bir görev midir?

Bu kabul, muhafazakârların yönetim konusundaki eğilimlerinin kay¬nağı ise de, yönetimin görevinin bir şey yapmak olmadığını varsaymaz. Muhafazakârın anladığına göre yapılması gereken bir iş vardır ki, bu sa¬dece hareket halinde olmalarından dolayı güncel ve cari faaliyetler ol¬maları sebebiyle mevcut inançların kendine özgü bir kabulü yüzünden yapılabilir. Ve kısaca yönetime atfettiği görev, bu inançlar ve faaliyetler çeşitliliğinin yarattığı ihtilafların bazılarını çözmek; tercihin kullanılma¬sından kaynaklanan çeşitlilik üzerine ve seçim üzerine bir yasak koyma¬dan, maddî tekdüzelik empoze etmeden bütün benzer tebaalara genel prosedür kuralları zorlamadan barışı korumaktır.
O zaman bu konuda muhafazakârların onu anladığı gibi devlet, farklı ve daha iyi bir başka dünya vizyonu ile değil, aksine hatta girişimlerinin yönelmesinde hırslı insanların yaptığı kendi kendini yönetmenin göz¬lemi ile başlar; çatışma eğiliminde olanları bir ihtilafın karşılıklı hüsra-nından kurtarmak için tasarlanan, çıkarların birbirine karşı informel uyumlulaştırılmasında başlar. Bazen bu düzeltmeler taraflar arasında bir¬birlerini yollarından uzak tutmak için yapılan anlaşmalardan öte de¬ğildir; denizde çarpışmaların önlenmesine yönelik uluslararası kurallar gibi bazen daha geniş uygulamaları ve daha durağan özellikleri vardır. Kısaca, yönetimin çağrıştırdıkları, felsefe veya dinde, gerçek veya mü¬kemmel için arayışta değil, düzenli ve sakin davranıştaki ritüelde bulunur.
Fakat en çok ihtiyaç olduğunda tutkulu inanç ve girişim adamlarının kendi kendilerini yönetmesi çökme eğilimindedir. Bu, küçük çıkar ihti¬laflarını çözmek için sıklıkla yeterlidir; fakat bunların ötesinde güvenile¬bilir değildir. Yaşam biçimimizin yaratma eğiliminde olduğu yoğun ça¬tışmaları çözmek ve saplanıp kalma eğiliminde olduğumuz yoğun hüs¬ranlardan bizi kurtarmak için daha belirgin ve daha az kolayca bozulan bir ritüel gereklidir. Bu ritüelin koruyucusu ‘yönetim’dir ve empoze et¬tiği kurallar ‘kanun’dur. Tam olarak birincisinin kuralları olmayan bir oyun ve çatışma durumunda müracaat edilmiş ve her bir durumda müş¬tekileri karşılıklı olarak aksiliğe çatma hissinden kurtarmanın bir yolunu özellikle bulmak için sadece yargısını kullanmış bir hakeme tahayyül ettiği gibi birisi çıkar çatışması durumda bir kaim faaliyeti ile meşgul olan, fakat işini ayıpsız yapan bir yönetim tahayyül edebilir. Fakat böyle bir düzenlemenin oransızlığı öyle açıktır ki, sadece yöneticilerin doğaüstü olarak ilham edildiğine inanmaya eğilimli olanlarda ve ona -liderin, özel öğretmen veya yöneticininkinden- oldukça farklı bir görev atfeden¬lerde olması beklenebilir. Bütün olaylarda yönetim konusunda muhafa-zakâr olma eğilimi, yönetimin mevcut faaliyetlerin kabulüne ve tebaala¬rının inançlarına dayandığı yerdeki inançta köklenmiştir; yönetmenin tek uygun biçimi davranışın kurallarım oluşturmak ve uygulamaktır. Kı¬saca, yönetim konusunda muhafazakâr olmak, davranış kuralları bağla¬nımda uygun olarak kabul ettiğimiz muhafazakârlığın bir yansımasıdır.

O zaman muhafazakârların anladığı şekilde yönetmek, çıkarların hüsran edici bir çatışmayla sonuçlanmasının en azından muhtemel olduğu şartlardaki davranış biçimleri için bir hukuksal bağ sağlamak; ters biçimde davranan diğerlerinden zarar görenler için rehabilitasyon ve tazmin araçları sağlamak; bazen de kuralları dikkate almadan kendi çı¬karlarını takip edenler için ceza sağlamak ve tabi ki bu türden bir hake¬min otoritesini sürdürmek için yeterli bir güç sağlamaktır. Bu yüzden yönetme, bir girişimin yönetimi değil, kendi kendine seçilmiş girişimle¬rin büyük bir çeşitliliği ile meşgul olanların yönetimi şeklinde, belirli ve sınırlı bir faaliyet olarak görülür. Muayyen şahıslarla değil, faaliyetlerle, yani birbirleriyle çatışma eğiliminde olmaları noktasında faaliyetlerle il¬gilidir. Ahlâkî doğru ve yanlışlarla ilgili değildir; insanları iyi veya hatta daha iyi hale getirmek için tasarlanmamıştır; sadece mevcut tutumsuz-luk eğilimleri yüzünden insanoğlunun doğal ahlak bozukluğu nokta¬sında zarurî değildir; onun işi içinde mutluluklarını aramayı seçmiş ol¬dukları faaliyetlerde tebaalarını birbiri ile barış içinde tutmaktır. Ve eğer bu görüşte icap ettirilen herhangi bir genel fikir varsa, belki bu tebaaları¬nın sadakatini sürdüremeyen bir yönetimin değersiz olduğudur ve (eski bir püriten deyiminde) ‘doğrulukları emreden’ biri böyle yapamayabilirken (çünkü tebaalarından biri onun doğrusunun hata olduğuna inana¬caktır) ‘doğru’ ve ‘yanlış’a farksız olarak kayıtsız olan ve sadece barışı kollayan birisi gerekli sadakate engel çıkarmaz.

O halde, yönetimle ilgili bu şekilde düşünen herhangi birinin yeni¬likten uzak olması yeterince anlaşılır: Yönetim davranış kurallarım sağ¬lar ve aşinalık bir kuralda fevkalade önemli bir özelliktir. Yine de bu ki¬şinin diğer düşünceler için bir yeri vardır. Beşerî koşulların mevcut du¬rumu, içinde sürekli (sıklıkla yeni icatlardan çıkan) yeni faaliyetlerin açı¬ğa çıktığı ve hızlı bir şekilde kendilerini genişlettikleri, mevcut faaliyet ve inançlara uygun olmayan kuralların onlar için yabancı olmak kadar faydasız oldukları için inançların sürekli değiştirildiği veya terk edildiği bir durumdur. Örneğin, yeniliklerin bir çeşidi ve ticaretin yürütülmesin¬deki önemli değişiklikler şu an mevcut telif kanununu geçersiz yapmış görülmektedir. Ve ne gazetenin, ne otomobil ne de uçağın İngiltere hu¬kukunda henüz düzgün bir tanınmaya ulaşmadığı düşünülebilir; bütün hepsi azaltılması istenen sıkıntılar yaratmıştır. Veya tekrar yine son yüz yılın sonunda hükümetimiz kanunumuzun son kısımlarının geniş bir kodifikasyonuna girişti. Ve bu biçimde her ikisi de onu mevcut inanç¬larla ve faaliyet biçimleriyle daha yakın ilişkiye soktu. Ve onu, bizim ge¬leneksel hukukumuzun işleyişinin özelliği olan şartlara küçük uyumla-rından yalıttı. Fakat bu statülerin çoğu şimdi maalesef gündem dışıdır. Hatta mevcut şartlara daha az uygun olan büyük ve önemli faaliyet bi¬rimlerini yöneten (Ticari Gemi Yasaları gibi) daha eski parlamento ya¬saları vardır. Kurallar yönettikleri faaliyetlere uygun olmaya devam ederse o zaman yenilik gerekir. Fakat muhafazakârların anladığı gibi, ku¬ralların değiştirilmesi onlara bağlı olan faaliyetlerin ve inançların için¬deki değişmeyi her zaman yansıtmalı ve asla empoze etmemelidir ve hiçbir durumda ‘topluluğu’ yok edecek kadar asla büyük olmamalıdır. Sonuç olarak muhafazakârların sadece varsayımsal durumları karşıla¬mak için tasarımlanan yeniliklerle hiçbir işi olmayacaktır; yeni bir tane icat etmektense sahip olduğu bir kuralı uygulamayı tercih eder; onun yansıtmak için tasarlandığı şartların değişmesinin bir süre için durması açık hale gelene kadar bir kural değişikliğini ertelemenin uygun oldu¬ğunu düşünecektir; durumun gerektirdiğinden fazla değişim tekliflerin¬den, bütün değişimleri yok etmek için normalin üstünde güç talep eden yöneticilerden ve söylemleri ‘kamu malı’ veya ‘sosyal adalet’e benzer genellemelere dayananlardan, zırh giyen ve devirmek için ejderhalar arayan toplum kurtarıcılarından şüphelenecektir; yenilik vakasını dik¬katlice ele almayı uygun bulacaktır; kısaca politikayı içinde değerli bir alet setinin zaman zaman yenilendiği ve devamlı teçhizatlama için bir fırsattan çok temiz tutulduğu bir faaliyet olarak görme eğiliminde olacaktır.

Bütün bunlar yönetim konusundaki muhafazakâr olma eğilimini an¬laşılır kılmaya yardım edebilir; Örneğin, bu eğilimdeki bir adamın bir yönetimin diğer büyük işlerini, bir dış politikanın yürütülmesini nasıl anlayacağını göstermek için ‘özel mülkiyet kurumu’ adını verdiğimiz karmaşık düzenlemeler setine niçin böyle yüksek bir değer atfettiğini göstermek, siyasetin iktisat tarafından gölgelendiği görüşünü reddedişi¬nin uygunluğunu göstermek, yönetime uygun Özellikle ekonomik olan aslî (belki de tek) faaliyetin istikrarlı bir paranın sürdürülmesi olduğuna niçin inandığını göstermek için ayrıntılar hassasiyetle incelenebilir. Fakat sanırım bu konuda söylenmesi gerek başka bir şey vardır.

Bazı insanlara göre ‘yönetim’ ondan nasıl yararlanılabileceğinin rüya¬sını ilham eden geniş bir güç kaynağı olarak görünür. Bunlar insanlığın faydasına olduklarına samimî olarak inandıkları çeşitli boyutlarda gözde projelere sahiptir. Bu tür gücü ele geçirmeyi, eğer gerekli ise onu arttır¬mayı ve vatandaşlarına gözde projeleri empoze etmek için onu kullan¬mayı yönetim adamlarının macerası olarak anlarlar. Buna göre, yönetimi bir hırsın aracı olarak tanıma eğilimindedirler ve siyaset sanatı arzuyu ateşlemek ve yönlendirmek içindir. Kısaca, yönetmek, tam olarak diğer herhangi bir başka faaliyet, bir sabun markasını alıp satmak, bir yerin madenlerini çıkarmak veya yerleşimlerini yapmak olarak anlaşılmakta¬dır. Burada sadece (çoğu zaman) zaten güç devingendir ve güç kaynağı bir kez ele geçirilince başarı vaadi nedeniyle ve tekeli amaçlaması yü¬zünden girişim dikkate değerdir. Teklif etmesi gerekeni istemek için hatırlatılabilecek kadar belirsiz istekleri ve kendi hesaplarına seçim ve faa¬liyet fırsatlarını, sağlanmış bir bolluk sözüne tercih edecek kadar düşük istekleri olan insanlar olmasaydı, bu günlerde bu tür özel girişim siyaset¬çisinin hiçbir yeri olmazdı. Ve bu göründüğü kadar tamamen sorunsuz değildir: Genellikle bu türden bir siyasetçi durumu yanlış değerlendirir ve o zaman kısaca demokratik siyasette bile devenin deve sürücüsü hak¬kında ne düşündüğünün farkına varırız.

O zaman siyasette muhafazakâr eğilimli olmak yönetme faaliyetleri¬nin oldukça farklı bir görünüşünü yansıtır. Bu eğilimdeki insan, hırsı tahrik etmeyi ve ona beslenmek için yeni nesneler vermeyi değil, aksine zaten çok hırslı olan insanların faaliyetlerine bir yumuşatma içeriği enjekte etmeyi; sınırlamayı, boşaltmayı, pasifleştirmeyi ve karşılık ver¬meyi; arzunun ateşini arttırmayı değil onları azaltmayı bir yönetim işi olarak görür. Ve bütün bunlar hırsın akıllıca ve orta yollu bir erdem ol¬masından değil, aksine, eğer hırslı insanlar karşılıklı bir hoşnutsuzluğun eşdeğerinden kaçmak durumundaysa, yumuşamanın kaçınılmaz olması yüzündendir.

Bu tür bir yönetimin iyi kalpli basiretli bir aracı, ahlâkî bir kuralın ko¬ruyucusu veya ilahî bir düzenin sembolü olarak görülmeye ihtiyacı yoktur. Sağladığı şey tebaasının {bizim gibi insanlarsa eğer) kolayca de¬ğerli olarak tanıyabileceği bir şeydir; gerçekten, bir açıdan ticaret ve eğ¬lencenin normal seyrinde kendi kendilerine yaptıkları bir şeydir. Sextus Empricus’un eski İranlıların bir kralın ölümünde beş saç uzatma günü için bütün kanunları kenara koymayı kendilerine periyodik olarak ha¬tırlatmayı alışkanlık edinmiş olduklarını anlattığı gibi, yönetilenler onun zorunluluğunun hatırlatılmasına nadiren ihtiyaç duyarlar. Genel olarak konuşulursa, bu hizmetin normal bedelini ödemekten kaçınmazlar ve bu tür bir yönetime uygun tutumun, sevgi, adama veya muhabbet değil sa¬dakat (bazen emin bir gönüllülük, belki diğer zamanlar Sidney Godphin’in istenmeyen gönüllülüğü), saygı ve biraz şüphe olduğunu bilirler. Böylece yönetme tali bir faaliyet olarak anlaşılır; fakat diğer bü¬tün faaliyetler (görünüşün saf düşüncesi hariç) taraf tutmayı zorladığı için ve kayıtsızlığın teslimiyetinin sadece hakime değil fakat aynı za¬manda bir adlî büroyu işgal ettiği anlaşılan yasamaya da uygun olması sebebiyle aynı zamanda diğer herhangi bir başkasıyla birleştirilemeyen belli bir faaliyet olarak da görülür. Böyle bir yönetimin tebaaları onun güçlü, uyanık, kararlı, idareli ve ne kaprisli ne de aşırı aktif olmasını is¬terler: Düdüğünü her zaman çalan, kendi oyununu oynayan, taraf tutan ve kurallarına göre oyunu yönetmeyen bir hakeme ihtiyaçları yoktur.

Fakat yönetimin bu tarzında sadece bildik ve uygun kurallarca em¬poze edilenden daha fazla gözlemlenen şeyler vardır. Tabiî ki, bu, yöne¬timi hukuktan öte herhangi bir yol teklif veya kandırma ile desteklemez; bir içişleri bakanı amca veya tehdit eden bir maliye bakam. Fakat tebaa¬sının inançlarına ve geçimlik faaliyetlerine kayıtsızlığının görüntüsünün bizzat bir direnç alışkanlığını tahrik etmesi beklenebilir. Bu tür bir yöne¬tim kavgalarımızın ateşine, inançların hırslı çatışmasına, komşularımızın veya bütün insanlığın ruhunu kurtarma şevkimize, akim değil, aksine bir hatanın diğerine karşı koymak için hazırlanan ironinin, kendisi bizzat akıllılık taslamadan abartıyı azaltan alayın, tansiyonu dağıtan taklidin, atalet ve şüphenin bir içeriğini enjekte eder: Gerçekten bu türden bir yö¬netimi kendi kendimize yapmak için ne eğilime ne de zamana sahip ol¬duğumuz şüpheciliği bizim için yapmak üzere tuttuğumuz söylenebilir. Bu en sıcak yaz gününde açıkça hissedilen dağın serin dokunuşuna benzer. Veya mecazı bir kenara bırakırsak, parçaların hareket hızını kontrol ederek motorun kendisinin parçalara ayrılmasını engelleyen ‘yönetici’ gibidir.

O zaman, bu yönetme faaliyeti görüşünü kabul etmesi için bir muha¬fazakârı yöneten ne aptal bir önyargıdır ne de onu tahrik etmek veya anlaşılır kılmak için gerekli herhangi bir şatafatlı metafiziktir. Bu, giri¬şime yönlendirilen faaliyetin olduğu yerde ona tahsis edilen gücün göz¬de projeleri geliştirmek için kullanıldığında kaçınılmaz olarak yolsuz olan, tahdide dayalı diğer bir faaliyet düzeni olan sadece zorunlu eşde¬ğerin gözlemlenmesiyle bağlantılıdır. Aynı zamanda oyunculardan biri olan bir hakem artık hakem değildir; haklarında muhafazakâr olmadı¬ğımız ‘kurallar’ kural olmayıp düzensizliğe yönelik kışkırtmalardır; ha¬yal kurma ve yönetmenin birleşmesi tiranlık doğurur.

O zaman siyasal muhafazakârlık, maceracı ve girişimci olma eğili¬minde olan değişime aşık ve ‘ilerleme’ anlamındaki tutkularım rasyonalize etme eğiliminde olan bir insanda tamamen anlaşılmaz değildir. Ve bu yönetim için açık bir şekilde ileri olmanın uygunolmadığım düşün-mek için ‘ilerleme’ye inanmanın, onu tatmin etmeden aç gözlülüğü uyandıran bütün inançların en zalim ve faydasızı olduğunu düşünmeye gerek yoktur. Gerçekten kendi hesaplarına düşünecek veya yapacak bir şeyleri olan, tatbik etmek için yeteneği veya ulaşmak için entelektüel bir vergisi olan insanlara, hayallerinin kamçılanmasına, arzularının tahrik edilmesine ihtiyacı olmayan ve daha iyi bir dünya rüyaları ivedilik ge¬rektirmeyen insanlara yönetim konusunda muhafazakâr olma eğiliminin pekâlâ uygun olduğu görülebilir. Böyle insanlar, girişimi yönlendirme¬den düzen empoze eden ve zevke yer kalacak kadar göreve yoğunlaşan bir kuralın değerini bilirler. Hatta bu kişiler bazı mutlak dinî gerçekleri temsil etmediğine inanmalarından dolayı değil, aksine sadece mezheple¬rin kaba rekabetini sınırladığı ve (Hume’un dediği gibi) aşırı hırslı bir ruhbanın musibetini hafiflettiği için hukukî olarak kurulmuş dinî bir dü¬zene katlanmaya bile razı olabilirler.

O halde bu inançlar kendi kendilerini bizim şartlarımıza ve bizi yö¬netenlerde bulmamız olası kabiliyetlere uygun ve kabul edilebilir olarak tavsiye etsin veya etmesin, bana göre onlar ve benzerleri politika ile ilgili muhafazakâr bir eğilimi anlaşılır kılan şeydir. Bizim kendimizinki dışın¬daki diğer şartlarda bu eğilimin uygunluğunun ne olabildiği, yönetimle ilgili olarak muhafazakâr olmanın maceracı olmayan, ruhsuz veya tem¬bel insanların şartlarında aynı ilişkiye sahip olup olmadığı, cevaplamaya uğraşma ihtiyacımızın olmadığı bir sorudur: Kendi kendimizle olduğu¬muz gibi ilgiliyiz. Ben bizzat bunun, olayların herhangi bir grubunda ö-nemli bir yer işgal edebileceğini düşünüyorum. Fakat açıkladığımı ümit ettiğim şey şu ki, yönetim konusunda muhafazakâr olmak ve diğer baş¬ka şeyler konusunda hemen hemen radikal olmak tamamen tutarsız de¬ğildir. Ve benim fikrime göre bu eğilimle ilgili olarak Burke ve Bentham’a kıyasla Montaigne, Pascal, Hobbes ve Hume’dan öğrenilecek daha çok şey vardır. Kusurları sebebiyle değil, fakat sonunda en azından erdemleri olarak kabul ettiğim şeye istinaden siyasetin gençlere uygun bir faaliyet olmadığı görüşüne yöneltilebilecek bu görüşün birçok zorla¬malarından birine dikkat çekeceğim. Bu tür siyasetin istediği kayıtsızlık modunu sürdürmek veya tedarik etmenin kolay olduğunu hiç kimse id¬dia edemez. Birisinin kendi arzu ve inançlarını idare etme, mevcut şeyle¬rin dengesini hissetme, iğrenç şeyleri tolere etme, suç ve günah arasını ayırma, hatta hataya yol açıyor göründüğünde bile formaliteye saygı gösterme; bütün bunların başarılması zordur ve bu başarıların gençlerde aranmaması gerekir.

Herkesin gençlik günleri bir rüya, zevkli bir çılgınlık ve tatlı bir ben¬cilliktir. Orada hiçbir şeyin sabit şekli, hiçbir şeyin sabit fiyatı yoktur; her şey mümkündür ve hepimiz tesadüfen veresiye üzerine yaşarız. Göz¬lemlenecek hiçbir zorunluluk yoktur, dikkate alınacak hiçbir hesap yoktur. Hiçbir şey önceden belirlenmemiştir; her şey ondan ne yapılabi¬lirse odur. Dünya, içinde kendi arzularımızın yansımasını aradığımız bir aynadır. Cancanh hislerin sihri dayanılmazdır. Gençken dünyaya teslim olma eğiliminde olmayız; ellerimizin içinde bir kriket sopası olmadığı sürece bir şeyin dengesini asla hissetmeyiz. Sevdiğimiz ile sevmediğimi¬zin arasını ayırma eğiliminde değilizdir; aciliyet bizim önem kriterimizdir ve can sıkıcı olanın değersiz olma ihtiyacında olmadığını kolay anla¬yamayız. Kontrolden sıkılırız; Shelley gibi bir alışkanlıkta anlaşmanın başarısızlık olduğuna seve seve inanırız. Bence gençken bunlar bizim er¬demlerimiz arasındadır; fakat eğilimden ne kadar uzak ise tarif ettiğim yönetimin tarzına katılım için de o kadar uygundur. Hayat bir rüya ol¬duğu için siyasetin, içinde kendimizinkileri empoze ettiğimiz rüyaların bir karşılığı olduğunu (makul, fakat yanlış bir mantıkla) iddia ederiz. Pitt gibi (gülünç bir şekilde daha genç) bazı şanssız insanlar yaşlı doğarlar ve neredeyse beşiklerinde siyasetle meşgul olmaya layıktırlar; belki en şanslı olan diğerleri, insanın sadece bir kez genç olduğuna ve asla bü¬yümediğine inanırlar. Fakat bunlar istisnalardır. Çoğuna göre, geçtiği¬miz zaman, sadece bizim kendi hislerimize indirgenemeyen kendimizin dışındaki diğerleri tarafından doldurulan; içinde bir şey ödediğimizi bir başka şeye ödeyemediğimiz şairane bir imaj değil gerçeğin bir dünyası olan; her biri kendi sabit şeklinde, kendi denge noktasında, kendi fiya¬tında olan somut varlıkların bir dünyasını açan Condrad’ın dediği ‘ke-sikli çizgi’ vardır. Eğer çok eğilimliysek ve düşünecek daha iyi hiçbir şe¬yimiz yoksa, bu olağan dünyada evde olmak bize muhafazakâr eğilimli insanın siyasal faaliyet olarak kabul ettiği şeyle meşgul olma hakkı verir.

________________________________________

* Micheal Oakeshoot, “On Being Conservative”, Rationalism in Polilics and Other Essays, J.W. Arrowsmith Ltd., New York, 1962.
** Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Çorum İ.Î.B.F. Öğretim Üyesi.

Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Tübitak-ULAKBİM tarafından dizinlenmektedir.

BİZİ TAKİP EDİN

MOBİL UYGULAMALARIMIZI İNDİRİN

Tanıtım Filmimiz

VİDEOLAR