Düşünce tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri, 9. yüzyıldan itibaren İslam dininin felsefeye kapı aralaması ile yaşandı. Başlangıçta Hz. Muhammed’in, Müslümanların oluşturduğu devlette adeta devlet başkanlığı görevini üstlenmesi, özellikle siyasi konular söz konusu olduğunda, belirli tartışmaları gereksiz kılıyordu. Ancak İslam devletinin sınırlarının giderek genişlemesi, bu bağlamda çok sayıda farklı kültürle temas edilmesi, özellikle devlet yönetimi ve siyasal iktidar ilişkileri bağlamında çözülmesi gereken çok sayıda yeni sorun üretti. Dinin temel referans kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te hayatın pek çok alanına ilişkin kapsamlı düzenlemeler bulunurken toplumsal düzen ve kurumlara ilişkin yalnızca genel esasların yer alması, yöneten-yönetilen ilişkilerini iyice çetrefilli bir sorun haline getirdi. Aynı dönemde fetihler aracılığıyla devletin hükmettiği alanın, bununla bağlantılı şekilde kültürel etkileşimin artması, felsefeyle buluşulması sonucunu doğurdu. Abbasiler devrinde, devletin sınırları önemli ölçüde genişlemesi, yönetilen unsurların kültürel çeşitliliğini artırdı. Bu durum, bir bakıma, yöneticilerin yeni hükmetmeye başladıkları coğrafyalarda da yalnızca zora dayalı olmayan, meşruluk içeren bir yönetim anlayışı kurma arayışlarını beraberinde getirdi. Bu bakımdan, yönetim mekanizmalarının şekillenmesi, yöneticilerin belirlenmesi, bunların görev, yetki ve sorumluluklarının somut sınırlarının çizilmesi gibi daha spesifik sayılabilecek hususlar, alimlerin içtihatları ve bu konuda yapılacak çalışmalara bırakıldı. Dolayısıyla İslam dini içinde ilk itikadi ayrılıklar, belki de en başta öngörülemeyen şekilde felsefi düşüncenin gelişimine de kaynaklık yaptı. Aynı süreçte, Platon ve Aristoteles gibi ilkçağların en önemli felsefecilerinin eserleri Arapça’ya çevrilmiş ve yoğun şekilde okunmaya başlanmıştır. İzleyen süreçte, Platon ve Aristoteles’in siyasal tezleri, İslam dininin inanç esasları ile birleştirilmiş ve yeniden yoruma tabi tutulmuştur. Eserlerinin giderek daha fazla insana ulaşmasıyla birlikte, söz konusu filozofların düşünürler üzerindeki etkilerinin arttığı görülmüştür.Muhafazakar Düşünce’nin elinizdeki sayısı özellikle İslam felsefesinin ortaya çıkış sürecindeki bazı önemli düşünürleri ve tartışma başlıklarını içeriyor. İlk yazarımız Ayşe Sıdıka Oktay, “Fârâbî’nin Sisteminde Din-Felsefe, Peygamber-Filozof ilişkisi ve Karşılıklı İşlevleri” makalesinde Fârâbî’nin felsefi sisteminin genel olarak iki temele dayandığını savunuyor. Bunlardan ilki, Fârâbî’nin de mensubu olduğu İslâm dini; diğeri Yunan felsefe geleneği ve içinde barındırdığı, Platoncu, Aristotelesçi ve Yeni Platoncu unsurlardır. Oktay’a göre, Fârâbî, bu iki farklı dünya algısı ve düşünce biçimini son derece titiz bir şekilde incelemiş, birbirine aykırı gibi görünen unsurları dengelemiş ve bu ikisinin birleşmesinden yepyeni bir felsefi sistem ortaya çıkarmayı başarmıştır. Bu nedenle, Farabi’nin düşünce sisteminin felsefe ile dinin hem birleşme hem de çatışma noktasında durduğunu söyleyen yazar, Fârâbî’nin Türk-İslam düşünce geleneğindeki yeri ve öneminin de bu noktada başladığını savunuyor.Salih Kesgin tarafından kaleme alınan “İslam Medeniyeti’nin Hadis ve Sünnetteki Temelleri” başlıklı makale, İslam Medeniyetinin hadis ve sünnetle olan ilişkisini kapsamlı bir şekilde değerlendiriyor. İslam Medeniyeti’nin ayırt edici niteliklerinden varlık, bilgi ve değer tasavvurlarının teşekkülünde hadis ve sünnetin etkisini ve kaynaklık değerini tartışmayı hedefleyen çalışmasında Kesgin, öncelikle medeniyet ve İslam Medeniyeti kavramlarını ele alıyor, ardından Müslümanların medeniyet tasavvurunun hadis ve sünnetle ilişkisi inceliyor. Bu bağlamda, yazar tarafından, medeniyetlerin temellerini oluşturan, “varlık”, “bilgi” ve “değer” tasavvurunun, Müslüman bireyin hayatındaki birer yansıması niteliğinde olan “iman-ilim ve salih amel” kavramları esas alınarak, Buhârî’nin el-Camiu’s-Sahih adlı eserinin Kitabu’l-İman, Kitabu’l-İlm, Kitabu’l-Cihad ve Kitabu’l-Edeb başlıklı bölümleri çerçevesinde örneklerle konu tartışılıyor.“İlk İslam Filozofu Kindî’nin Hayatı ve Felsefi Düşünceleri” başlıklı makalesinde Cevher Şulul, Kindi’yi değerlendiriyor. İslâm düşünce tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Kindî, Bağdat Akademisi’nde yetişen ilk filozoftur. Şulul’a göre Kindî, filozof olduğu kadar bir fizikçi, bir mühendis, bir matematik bilginidir. O, bu niteliğiyle -Seyyid Huseyn Nasr’ın dediği gibi- filozof bilimciler okulunun ilk kurucuları arasında yer alır. Tabiat ilimlerindeki geniş bilgisine rağmen, felsefi yönü daha baskın olduğu için filozof olarak anılmıştır. İslâm dünyasında ilk defa felsefeye dair eser yazan Kindî, bu alanda kendinden sonra gelen filozoflara öncülük yapmış ve Meşşâi felsefenin temellerini atmıştır. “Eleştirel Aklın Kadim Bilgesi: İbn Rüşd ve Siyaset Felsefesi” başlıklı çalışmayı kaleme alan Adem Çaylak ve Yunus Şahbaz Müslüman eleştirel akıl ve felsefesinin en yetkin örneklerinden birisini vermiş olan Kurtubalı İbn Rüşd’ün çalışmalarını iki açıdan inceliyorlar. İlk olarak İbn Rüşd’ün eserlerinde aynı hakikate ulaştıran akıl-vahiy ile felsefe-din arasındaki diyalektik ilişkinin seyri ele alınıyor. İkinci olarak da İbn Rüşd’ün insanı doğası gereği medeni/siyasi bir varlık olarak gördüğü siyaset felsefesi anlayışı inceliyorlar. Mustafa Demirci “Antik Bilim ve Düşünce Mirasının İslam Dünyasına Tercümesinde Abbasilerin Kurduğu Beytü’l-Hikme’nin Rolü” başlıklı çalışmasında dünya tarihinin en önemli bilim merkezlerinden biri olan Beytü’l Hikme’yi ele alıyor. Demirci’ye göre, İslam medeniyeti de daha önceki Yunan, Hint, İran gibi büyük medeniyetlerin geliştirdiği kurumlar, felsefeler, bilimler ve teknikler üzerinde gelişmiştir. Bu sebepten dolayı, kökenlerine inmeden İslam medeniyetinin pek çok unsurunu anlamak çoğu konuda imkânsızdır. VII ve IX. asırlarda Abbasilerin Bağdat’ta kurduğu “Beytül-Hikme” akademisinde, Yunanca, Süryanice, Farsça ve diğer dillerden yoğun bir tercüme faaliyeti yürütülerek bu intikal süreci yaşanmıştır. Ancak İslam medeniyetinin teşekkül devrindeki bu intikal ve antik mirastan faydalanma, sadece pratik ihtiyaçlar ve tesadüfi gelişmeler ile değil, medeniyetlerin sürekliliği felsefesini ifade eden “Ezeli Hikmet” tasavvuru içinde gelişmiştir. Özgür Koca tarafından “Gazâlî’nin İlmi Mirası Üzerine Düşünceler” başlığıyla değerlendirilen Gazâlî, çok yönlü bir âlim olarak İslamî ilimlerin hemen her sahasında ama özellikle kelam, fıkıh, felsefe, ahlak, ve tasavvuf alanlarında tesirleri günümüze kadar devam eden eserler vermiştir. Gazali’nin bütün ilmî hayatı boyunca gözlemlediğimiz bir fikrî cereyanı toptan kabul ya da reddetmeyen metodolojik, dürüst, seçici, ve tedricî uslûbu üzerinde dikkatle durulması gereken yönlerinden birini teşkil ediyor. Tarihten kısmında; Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Mihrâb dergisinde İbni Haldun’a dair kaleme aldığı “İbn Haldun’da İctimâiyât” başlılı çalışmayı Adem Efe’nin düzenlemesiyle tekrar yayımlıyoruz. Fındıkoğlu’nun “bütün fikirleriyle, zihni vetîreleriyle daha ziyâde yirminci asrın bir âlimi olan İbn Haldun’u fikrî ve felsefî gıdâsını asırlarca İslâm ruhundan alan memleketimize tanıtmak endişesiyle bir tetkîknâme hazırlıyorum” şeklinde amacını belirttiği çalışması okunmaya değer.Değerlendirme köşemizde; Kumru Toktamış tarafından kaleme alınan “Tarih Boyunca Batı’da Değişen Müslüman Kadın Algıları ve Kendilerine Alan Müzakere Eden Müslüman Kadınlar” başlıklı çalışmayı sunuyoruz. Bizim için Batının “bizim kadınlarımızı” nasıl algıladığının anlaşılması, kendi inşamızı ve bizim de batıya dair algılarımızı etkileyen önemli bir dinamik ve ihtiyaçtır. Toktamış’ın çalışması Batının Müslüman kadın algısı üzerinden “biz”e dair imajını anlamaya çalışmakta ve meraklısına güzel bir resim sunmakta.Kapak konusu dışında makalelere yer verdiğimiz Derkenar kısmında bu sayıda iki makale var.Furkan Şen tarafından kaleme alınan “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Milliyetçilik Söylemi: Bir Siyasal Söylem Çözümlemesi” başlıklı makalede AK Parti’nin milliyetçilik söylemi ele alınmakta. Şen’e göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin milliyetçilik perspektifinin ana hatları iki temel argüman üzerinde yükseliyor: Birincisi, Türklüğün merkezde olduğu Kemalist resmi ideolojinin tasfiyesi, diğeri ise Kürt meselesinde bugüne kadar yerleşik değerlerden farklı ve reformcu bir siyasi söylem geliştirmesidir. Derkenar bölümünün diğer bir çalışması ise “Hayek ve Friedman Özelinde Neo-Liberal Düşüncenin Muhafazakâr Siyasete Etkisi: Thatcher Dönemi” başlığıyla Turgut Demirtepe ve Ahmet N. Helvacı tarafından kaleme alındı. Demirtepe ve Helvacı’ya göre 1970’li yıllarda tekrar baş gösteren küresel ekonomik krizin etkisiyle liberalizm bir adaptasyon gerçekleştirerek muhafazakârlıkla uyumlulaşan yeni bir terkibi, Yeni Sağ’ı ortaya çıkardı. Bu yeni terkibin düşünsel mimarları Friedrich A. Hayek ve Milton Friedman olmuş, pratik gerçekleştiricilerin başında da Margaret Thatcher yer almıştır. Demirtepe ve Helvacı, bu akımın sadece düşünsel takipçisi değil, iktidarı döneminde hayata geçirdiği somut politikalarla da en önemli uygulayıcı durumunda olan Thatcher dönemini kapsamlı bir incelemeye tabi tutuyor.
Türkiye’nin yakın tarihini şekillendiren siyasi ve entelektüel şahsiyetler içerisinde Said Halim Paşa önemli ve özel ...
DetaylarŞair ve yazar olarak tanımlanan Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 yılında Ergani ilçesi Diyarbakır doğumludur. Babası Yasin Bey olup 1. Dü...
DetaylarProf. Dr. Erol Güngör, Türk düşünce hayatının yirminci yüzyıldaki en etkili isimlerinden biridir. Bir akademisyen, ...
Detaylar