Soğuk Savaşın sona ermesi, uluslararası kamuoyunda dünyanın bundan sonra daha güvenli bir yer olacağıalgısını doğurmuştu. Nükleer savaş tehdidi başta olmak üzere pek çok sebeple insanlığı sürekli teyakkuz altında tutan savaş tehdidinin ortadan kalkması, dünyanın ve tüm insanlığın “ebedi barış”a giden bir rota izleyeceği temennisini bu dönemde gittikçe yükseltti. Ancak kısa zaman içinde bu beklentinin çok da gerçekçi olmadığı açığa çıktı. Dünyaya egemen olmayı amaçlayan güçler yeni tehditler üretmekte, buradan hareketle de yeni çatışma alanları ortaya çıkarmakta hiç de geç kalmadılar. Dolayısıyla tarihin tekerrür ettiği bu dönemde savaşlar ve çatışmalar toplumların hayatlarındaki yerlerini -maalesef- yitirmedi. Üstelik hiçbir şekilde temenni etmesek de, son dönemde dünyanın hemen her yerinde yaşanan gelişmeler savaşın insanların hayatlarındaki olumsuz etkisini daha uzunca dönemler boyunca korumaya devam edeceğini gösteriyor.
Öte yandan son dönemde akademik yayınlarda savaşın ve barışın teorisine yönelik yeni bir ilginin ortaya çıktığı görülüyor. Farklı ideolojik ve teorik yaklaşımlara sahip isimler mevcut durumu anlamak, çözümlemek ve eleştirmek için yoğun bir entelektüel gayret sarf ediyor. Siyaset felsefesinin en kadim sorunlarından biri olan savaş ve barış arasındaki ilişki meselesi belki de her zamankinden daha yoğun bir şekilde tartışılıyor. Bu bağlamda, Muhafazakâr Düşünce dergisi olarak bu fenomeni anlamak ve anlamlandırmak için odak noktası savaş ve barış olan bir sayı hazırladık. Her zaman olduğu üzere okuyucularımızın ilgiyle okuyacağı ve memnun kalacağı nitelikte bir sayı hazırlayamaya çalıştık. Elbette takdir Muhafazakâr Düşünce’nin değerli okurlarının. Bu sayımız Derda Küçükalp’in “Tanrı’nın Ölümü’nün Politik Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı yazısıyla başlıyor. Küçükalp, yazısında içinde bulunduğumuz ve kimilerince postmodern çağ olarak adlandırılan dönemin temel iddialarından biri olan “Tanrı’nın Olümü”nün toplumlarda doğurduğu kültürel değişim üzerine odaklanıyor. Yazar, günümüzde tüketim toplumu anlayışı ekseninde şekillenen kültürel iklimin kuvvet politikasına dayandığını ve barışı yok ettiğini savunuyor. Küçükalp’e göre bu durumun değişmesi, barışın güçlü olanın da işine yaracağı bir ortam sağlamasıyla yakından ilişkili.
Dergimizdeki ikinci yazı Adnan Bülent Baloğlu’nun kaleminden çıktı. Baloğlu, güncel bir soruna hukuksal bir perspektiften yaklaşıyor. Buna göre, yazının temel tezi küreselleşen dünyada, kapitalizmin çıkarları doğrultusunda savaşın adeta gündelik hayatın bir parçası haline geldiği. Yazar, bu anlamda son dönemde Afganistan ve Irak coğrafyalarına yönelik ABD işgalinin Hıristiyan teolojisine ait haklı/adil savaş kavramının da içini boşalttığını savunuyor. Güncel ile teorik perspektifi bağdaştırması bakımından bu çalışma ayrı bir önem taşıyor.
“Savaşa Dair Teorik Bir Yaklaşım, Şiddet, Askeri Devrim ve Savaşın Küreselleşmesi” başlıklı yazı ise Bengül Güngörmez Akosman imzasını taşıyor. Güngörmez Akosman, bu yazısında savaş ve şiddetin insanlık tarihine yön veren en önemli olgular arasında yer aldığını savunuyor. Yazar, bu kapsamda, savaş ve şiddetin küresel sistemle ilişkisini ve özellikle son dönemde dünya siyasetindeki yerini tartışıyor. Yazının içerdiği en önemli ve özgün hususlardan biri ise Türkiye’de sıklıkla kullanılan “ordu-millet” kavramının arka planına ve günümüzdeki anlamına yönelik yaptığı değerlendirme.
Takip eden yazıda Hatice Rümeysa Dursun “Raymond Aron’un Savaş ve Barış Yaklaşımı”nı kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Fransız düşüncesinin 20. yüzyıldaki en önemli isimlerinden biri olan Aron’un, bir kısmına canlı şekilde tanıklık da ettiği savaş ve barış süreçlerine yönelik teorik yaklaşımı oldukça dikkat çekici bir mahiyet taşıyor. Bu bağlamda, Aron, gerek barışın gerekse savaşın teorisi açısından literatürde oldukça ciddi bir yere sahiptir. Dursun’un makalesinde ileri sürdüğü iddia ise Aron’un özellikle barış konusundaki teorik yaklaşımından günümüz dünyasında huzuru ve güveni tesis etmek açısından yararlanılabileceği yönünde. Mihriban Şenses’in dergimize katkı verdiği makalesinin başlığı ise “Siyaset, Savaş ve Etik”. Şenses, bu yazısında siyaset, savaş ve etiğe yönelik, farklı düşünürlerin değerlendirmelerini eleştirel ve karşılaştırmalı bir bakış açısıyla ele alıyor. Yazar, özellikle günümüz koşullarında siyaset ve savaş arasında oldukça büyük bir bağlantı olduğunu savunuyor. Bu bağlamda, Şenses’e göre “siyaset savaşa rağmen ve savaştan dolayı, savaş siyasete rağmen ve siyasetten dolayı varlığını sürdürüyor”. Asıl problemli mesele ise tüm bu süreçte etiğin durumu.
Yine dosya konumuzda kapsamındaki bir diğer çalışmayı Burak Çakırca kaleme aldı. “Savaşı Siyaset ile Okumak: Clausewitz Paradigması Ne Söyler?” başlıklı yazı, adından da anlaşılacağı gibi savaş teorisinin en önemli isimlerinden biri olan Prusyalı general Clausewitz’in düşüncelerine odaklanıyor. Çakırca, Clausewitz’in savaşı normlar ve ilkelerden bağımsız olarak, değişen tarihsel koşullar, moral unsurlar, olasılık hesapları ve rastlantılar ile tanımladığını savunuyor. Yazara göre, günümüzde değişen siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullara rağmen Clausewitz’in yaklaşımı, siyasetin bir aracı olan savaşı anlamak için hâlâ gayet uygun bir çerçeve oluşturuyor.
Kuşkusuz savaş ve barışı konu alan bir sayının kendi tarihimizle ve ayakta olduğu hemen her yılı savaşla geçen Osmanlı İmparatorluğuyla ilgili bir yazı içermemesi eksiklik olurdu. Bu bağlamda, Ali Balcı, “Osmanlı’nın 1853’te Rusya’ya Savaş İlan Etmesinde Askeri Dengenin Rolü” başlıklı yazısıyla dergimizin bu sayısına katkı sunuyor. Balcı, yazısında 19. yüzyılda değişen dünya dengelerinin ve Rusya’nın hedeflerinin, Osmanlı İmparatorluğunun askeri stratejilerini nasıl etkilediğini ve ne tür sonuçlara yol açtığını konu alıyor. Yazar, daha önce fazlaca işlenmemiş bu konuyu derinlemesine ele alarak literatüre de bir katkı sunuyor. Bir başka yazımız ise uluslararası ilişkiler teorisindeki güncel tartışmalar ile yakından ilişkili. Şaban Kardaş, “İnsan Hakları Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler: Realist Temelleri Yeniden Düşünmek” başlıklı yazısında insan hakları kavramının uluslararası ilişkiler alanındaki etkilerini ele alıyor. Yazara göre insan haklarının teoriye etkisini sorgulamak teorik, normatif ve pratik açılardan belirli kısıtlılıklar içeriyor. Bu bağlamda, yazarın uluslararası ilişkilerde hâkim paradigma olarak gördüğü realizm ekseninde yaptığı çözümlemeler savaş ve barışı konu aldığımız bir sayıda özellikle önem taşıyor. Dosya konumuzla ilgili son yazı ise çeviri bir makale. Bildiğiniz gibi dergimizde çok fazla olmamakla birlikte ele aldığımız konuyla ilgili çeviri yazılara da zaman zaman yer veriyoruz. Hatta yeri gelmişken bu konudaki katkılarınıza açık olduğumuzu da ifade edelim. Bu sayımızdaki çeviri yazı, Sussex Üniversitesinden Shane Brighton’ın kaleminden çıktı ve Tuba Yılmaz tarafından Muhafazakâr Düşünce okurları için “Savaş Fenomenolojisi Üzerine Üç Önerme” adıyla Türkçeleştirildi. Brighton, bu makalesinde savaşı anlamak fenomolojik bir bakış açısı geliştirilmesini, zira siyasal ve toplumsal hayatta pek çok olgunun savaştan doğrudan etkilendiğini savunuyor ve ortaya teorik bir model koyuyor. Bu makalenin konuyla ilgilenen akademisyen ve araştırmacılar açısından önemli bir perspektif sağladığı düşüncesindeyiz.
Her sayımızda dosya dışı olarak nitelikli ve dergimizin genel temalarıyla uyumlu çalışmalara da yer verdiğimizi okurlarımız gayet iyi biliyor. Bu sayımızda dosya dışı yazılarımızın ilki Hasan Hüseyin Aygül ve Gamze Gürbüz’ün imzasını taşıyan “Tüketim, Moda ve İslami Giyim Açısından Tesettürlü/Türbanlı Öğrenciler (Akdeniz Üniversitesi Örneği)” başlıklı makale. Söz konusu çalışma bir alan araştırmasına dayanıyor ve esasında güncel bir meseleyi ele alıyor. Aygül ve Gürbüz bu yazılarında İslâmi giyim tarzını benimseyen gençlerin tüketim alışkanlıklarını ve modaya bakışlarını sorguluyorlar. Bir diğer dosya dışı yazı ise Türkiye’de çok fazla ele alınmayan bir meseleye odaklanıyor. “Din Sosyolojisi Çalışmalarında Göstergebilimin İmkânı: Pratik Bir Çalışma” başlıklı yazısında Birsen Banu Okutan, göstergebilimin, din sosyolojisinin pratikteki işlerliğine katkısını incelemeyi amaçlıyor. Okutan’a göre, göstergebilim, bugüne kadar ilahiyat açısından dinler tarihi ve din antropolojisi alanlarında kullanıldı; ancak aslında din sosyolojisi açısından da önemli bir katkısı olabilir.
Diğer taraftan, modernleşme tarihimize dair çalışmalar hâlâ önemini ve güncelliğini koruduğu açık. Bu bakımdan, Turgay Yerlikaya’nın dosya dışı yazılar arasında yer verdiğimiz “Niyazi Berkes ve Daniel Lerner’da Türkiye Modernleşmesi: Karşılaştırmalı Bir İnceleme” başlıklı çalışması modernleşme teorilerinin en güçlü olduğu dönemlerde üretilen iki eseri karşılıklı olarak değerlendiriyor. Yerlikaya, Türk modernleşmesini konu alan Berkes’in 1964; Lerner’in ise 1958 tarihli ünlü kitaplarını karşılaştırıyor ve her iki çalışmada ciddi koşutluklar yakalıyor.
Bu sayıdaki son makalemiz ise iktisatla ilgili. Adem Levent, “İktisadın ‘Amerikanlaşma’sı, Kamusal Entelektüel ve Türkiye: Politik İktisat Özelinde Bir İnceleme başlıklı yazısında İkinci Dünya Savaşından sonra bilimsel anlamda güçlenen iktisat biliminin diğer disiplinlere etkisinin de giderek arttığını savunuyor. Levent’e göre bu süreç, Amerikan iktisat anlayışının baskınlığında gelişti. Yazar, başta Türkiye olmak üzere pek çok ilkede kamusal meselelerin gerçek ve etkin çözümü için politik iktisadın güçlenmesi gerektiğini savunuyor.
Son olarak bir hatırlatma ile Takdim bölümünü noktalayalım. Daha önce duyurduğumuz gibi sonraki sayımız son yıllarda yitirdiğimiz dört ulu çınara ahde vefa amacını taşıyor. Bu bağlamda, Prof. Dr. Fuat Sezgin, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Şerif Mardin ve Prof. Dr. Kemal Karpat hocalarımızın hayatı, akademik çalışmaları, ülkemizin ve dünyanın bilim hayatına katkılarını ele alan yazılarınızı bekliyoruz. Tüm okuyucularımıza iyi ve verimli okumalar dileriz.
Türkiye’nin yakın tarihini şekillendiren siyasi ve entelektüel şahsiyetler içerisinde Said Halim Paşa önemli ve özel ...
DetaylarŞair ve yazar olarak tanımlanan Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 yılında Ergani ilçesi Diyarbakır doğumludur. Babası Yasin Bey olup 1. Dü...
DetaylarProf. Dr. Erol Güngör, Türk düşünce hayatının yirminci yüzyıldaki en etkili isimlerinden biridir. Bir akademisyen, ...
Detaylar